Kafamda dönen senaryoların içinden birini seçip bugün ne olacağı hakkında düşünmeye başladım. Kafamda paslanmış düşünceler üretmektense saçma sapan senaryolar üretmeyi tercih ediyorum. Gece yaklaşınca fikrim değişebilir. Arabada giderken arkadan hafif müzik dinlemek iyi geliyordu. Sözlerden birazını mırıldanır gibi oldum.
" Tanrım uzak diyardasın biliyorum.
Ne sen bana ne ben sana gelebilirim
Dünyayı yüksek bir tepeden izliyorum
İnsanlar karıncalar kadar küçük
Dünyanın altın kuralı
Her doğan yaşar ve ölür"
Galiba bir rap parçasıydı. Yabancıya katılmak durumundayım. Hayat bu kadar basit. Yaşayıp öleceksin. Ruhun soğumadan insanlar seni geride bırakacak. Birkaçı birkaç gün yasını tutacak. İyi anılar zihinlerde belirecek. Sonrası boşluk. Sonrasında yoksun. Otobüs artık seni taşımak istemiyor. Şoförün kim olduğu otobüsün umurunda değil. Tanrı istesen de istemesen de istifanı isteyecek. Geride bıraktığın birkaç kemik parçası. Kemik parçaları günü geldiğinde evreni terk edecek. Ruhun varsa yeni bir evrende belirecek. Ölümü heybenize aldıysanız yaşam izi taşıyan bütün eşyaları heybeden atmak gerekir. Birkaç yıl içinde geri dönüşeceğiz. Sadece bir atık olacağız. Şimdi sormayayım da ne zaman sorayım. Madem böyle olacak niye hayata bu kadar önemliymiş gibi bakıyoruz. Arabanın ne kadar hız yapabildiğini kontrol etmem gerekiyor. Uzun süredir araba kullanmadığım için bir heyecan var içimde. Ebeveynleri tarafından ödüllendirilen çocuklar gibiyim. O kadar mutlu olmayı isterdim. Sadece hafif bir benzerlikten söz edilebilir. Araba bayağı sınırları zorluyor. Neyse, biraz frene basıp sınırları aşmasına izin vermemeliyim. Zaten eski bir arkadaşın dediği yere geldim. En iyisi arabayı kapının önüne park edeyim. O sırada arkadan bir polisin geldiğini fark ettim. Jim rozetimi alman gerekiyordu. Neden almadın? Şimdi bende hakkım olmayan bir hakkı talep etmek zorundayım. Herkes biraz böyle değil midir? Biraz fırsat tanınsa yapmak istediği şeyleri değil yapamadıklarını yapmaya çalışır.
- Hey! Beyefendi arabanızı buraya park edemezsiniz.
Rozetimi cebimden yavaşça çıkardım. Benden mesleğe dönmemi istiyorlar. Bende öyle yapayım. Basit bir rol. Birçoğumuzun sevmediği ama yaşamak olduğu bir hayat var. Her zaman Hamlet'i oynayamazsın. Bazen bir figür olmak zorundasın. Her zaman Romeo olamazsın. Her zaman Juliet olamazsın. Bazı zamanlarda istemediğimiz rolleri oynamak zorunda kalırız. Bu bazen aralığı bu aralar bayağı sınır tanımayacak şekilde. Ne riyakarsın Ademoğlu. Her tarafınız maskelerle dolu.
- Bir soruşturma için buradayım. Araba benim değil. Bir vatandaştan ödünç aldım. Lütfen arabama kibar bir kadına davrandığınız gibi davranabilir misiniz?
- Tabi efendim.
- Beni ne kadar onurlandırdın bir bilsen. Teşekkür ederim. Görüşürüz evlat.
- Görüşürüz dedektif Max.
Eski dostum Victor erken geleceğimi düşünmüş. Bir insanın huyunuzu bilmesi ne güzel. Victor eskiden şehirdeki cinayet soruşturmalarında bana yardımcı olurdu. Bende onun işlerine abartılı olmamakla beraber göz yumardım.
- Günaydın, eski dost Victor.
- Günaydın, eski dost Max.
- Kahvaltı yapamadım. Bir şeyler söylemişsindir umarım.
- Söyledim merak etme. Ne günlerdi ama. Hatırlıyor musun?
- Geçmişi bir kenara bırakalım şimdilik. Sen benden ne istiyorsun?
- Sen yokken şehir çok değişti.
- Bu durumu ben düzeltemem. Pazar günleri kiliseye gidiyorum. Rahip Rafa'dan şehir için iyi dileklerde bulunmasını isterim.
- Hadi ama. Sen ne istediğini söyle.
- Şimdilik bu halimden memnunum.
- Carroll'u indirmek istemiyor musun?
- Departmandaki insanlar onun yanında. Yargı onun yanında. Her şey onun yanında. Belki sende onun yanındasındır. Beni satmayacağını nereden bileyim?
- Ben Carroll'u yargıya ya da departmana teslim etmekten bahsetmedim. Kafasını vücudundan ayırıp Kiliseye çan yapmayı düşünüyorum.
O sırada garson kahvaltıyı getirmişti. Şık giyimli bir beyefendiydi. Konuşması her ne kadar garson olduğundan dolayı naif olsa da çocuk iyi birine benziyordu. Eğer bir garsonsan bütün müşterileri tatmin etmen gerekir. Bu evrendeki en zor işlerden birisi olabilir. İnsanları tatmin etme eylemi içerisindeyken birey kendi oluşturduğu benliğini kaybedebilir. Yüksek ateşe tutulmuş kutup buzulları gibidir bu durum. Ya yüksek ateşi buzuldan uzaklaştırmak zorundayız ya da buzulun erimesine göz yumacağız. Garson masayı hazırladı.
- Afiyet olsun efendim.
- Teşekkür ederiz, Skinner. Bir sonraki çağrıya kadar gidebilirsin.
- Anlaşıldı efendim.
- Carroll'un kafası için planın ne?
- Evinden alamayız onu. Katıldığı etkinlikler hakkında bilgi almak için evine bir uşak gönderdim. Geçenki uşağı oğlunun davasından sonra öldürmüş. Adam sana kızgın. Ya benimle birlikte yok edersin ya da kendi başına halledersin.
- Oğluyla daha işimin bitmediğini biliyor olması lazım. İçimdeki sadisti zor zapt ediyorum. Güvendiğin birkaç adam bulman lazım. Etkinliklerden herhangi birini seç. Gerisini bana bırak. Bir de bu iş için kazancım ne olacak?
- Carroll'un kellesi beş para etmez.
- Beş para etmeyecek bir adamı yargı, departman niye desteklesin?
- Bana göre beş para etmez. Polisliği bırakmışsın. Bu iş sonunda artık ölene kadar lüks bir yaşam sunabilirim sana.
- Senin şimdi şu şekilde bir hesaplama yapmanı istiyorum. Benim 20 yıl daha yaşadığımı düşün. Günlük 500 dolardan günleri çarparsan bu iş için bana ne kadar ödeme yapman gerektiğini anlayacaksın.
- 3.5 milyon dolar ediyor. Ben yarım sayıları sevmem. Bu işin sonunda sana benden 4 milyon dolar. Ben senle irtibata geçene kadar benle irtibata geçme.
- Anlaştık. Kafayı çana taktık diyelim. Geriye kalan pisliği ne yapacağız?
- Sen şimdi bunları düşünme. Benim gitmem gerekiyor.
- Görüşürüz eski dost Victor.
- Görüşürüz Max. Artık birlikte çalışmaya başladığımıza göre bana eski dost demeni istemiyorum.
- Bu son olsun. Bir sonraki sefere dikkat etmeye çalışacağım.
- Kendine dikkat et. Arabanın güzel olduğunu söylemiş miydim?
- Söylemiş oldun. Sende Victor.
Victor mekandan çıktı. Bu adamın Carroll ile ne derdi olabilir ki? Carroll şehrin önde gelen isimlerinden biri. O eksilince yerini kim alacak acaba? Victor silah kaçakçılığı, uyuşturucu ticareti yapıyordu. Bu konu hakkında biraz kafa yormam gerekiyor. Ben bu düşünceler içindeyken yanıma garson geldi.
- Efendim bir isteğiniz var mı?
- Çayımı tazelemeni istiyorum. Bir de dışarıdaki arabayı uygun bir yere park eder misin?
- Hemen hallediyorum efendim.
- Bir de efendim dememeni istiyorum. Adımla hitap et bana. Adım Max.
- Anlaşıldı efendim. Pardon Max. Meslek alışkanlığı diyelim.
- Alışkanlıkları terk etmek zordur.
Victor'un planını gizli tutmam gerekiyordu. Carroll ile alıp veremediği neydi? Bunu düşünmeden edemiyorum. Carroll ölmeyi çoktan hak ediyor. Oğlunun şimdiye kadar ölmemesi saçma. Sadistlik halinden çık Max. Bu sadist ruhun bana getirdiği tek şey hüzün. Her neyse her insanın bir fiyatı vardır. Carroll kendine göre biraz ucuza gitmişti. 4 milyon doları Carroll için köpeğinin yemek ve kıyafet masrafıydı. Benim için çok büyük bir meblağ. Her işin üstesinden geldiğim gibi bu işinde üstünden gelmekte zorluk yaşamayacağımı biliyorum. Carroll'un çekirge gibi birden fazla sıçrama hakkı yok. Birden fazla sıçrama yaparsa benim ve dostumun başı büyük bir derde girer. Birisini hedef olarak gözümüze kestirdiğimizde ona hedef olduğunu belli ettirmemek gerekir. Şimdilik ben Carroll için vakit kaybıydım. Benimle harcayacak kadar değersiz vakti yoktu. Bu iyi bir işaret. Hedef olduğunu bilse bile benim tarafımdan hedef haline geldiğini hiçbir zaman anlamayacak. Şimdilik böyle. Garson beni tekrar rahatsız etti.
- Efendim. Pardon Max. Arabanızı uygun bir yere çektim. Bu da çayınız. Afiyet olsun.
- Teşekkür ediyorum yabancı garson.
- Efendim benim adım..
- Şimdi adını söyleme çünkü buradan çıkınca hatırlamakta güçlük çekeceğim. Emin ol bu senin iyiliğin için.
- Anlaştık. Bir isteğiniz olursa ben buradayım.
- Çayım bitince gideceğim. Bir sonraki kahvaltıya kadar kendine dikkat et.
- Sizde.