Başım sürekli dönüyordu. Dünya mi dönüyordu yoksa kafamın içindekiler mi sürekli bir hareket halindeydi. İki ihtimalinde doğru olması canımı sıkıyor. Vale geldi. Saçları dağınık, kıyafetleri bir o kadar düzenliydi.
- Arabanızın anahtarları.
- Anahtarlar önemli değil. Önemli olan anahtarları sokacak yeri bulacak gözler. Başım dönüyor. Senden bir ricada bulunabilir miyim?
- Tabi.
- Beni evime kadar götürebilir misin?
- Bu benim işim değil.
- Ben bu senin işin mi diye sormadım. Beni eve bırakmanı söyledim. Doğru soruya yanlış cevap veriyorsun. Kulaklarımı incitiyorsun. Kalbimi incitiyorsun. Dolaylı olarak beni incitiyorsun.
- Sizi evinize bırakamam. Kendiniz bir şekilde yolunu bulmalısınız.
- Şu gözlerin içindeki karanlığı görüyor musun? Ben bu karanlıkta nasıl aydınlığı bulacağım? Alt tarafı basit bir ricada bulundum. Beni sırtında taşımanı istemiyorum.
O sırada barın sahibi dışarıya çıkmıştı. Sohbetimize kulak misafiri olmuş galiba. Benim bilincim pek yerinde değil.
- Bir sorun mu var Alfred?
- Bir sorun yok efendim.
- Beyefendi bir sorun mu var?
- Evet, bir sorun var. Ben evime gidemeyecek kadar zor durumdayım. Valenizden beni evime bırakmasını istiyorum. Valeniz depresyonda olan insanlar gibi bakıyor bu isteğime. Rica etsem biri beni evime bırakabilir mi?
- Alfred müşterimizi evine kadar götür. Oradan bir taksiye binip buraya gel. İnsanların nezaketine kabalıkla cevap vermemen gerektiğini söylemiştim.
Artık duyularımın gücü git gide azalıyordu. Kulaklarım bu sohbeti duymamak üzere kendine söz vermiş gibiydi.
- Patron. Patron. Patron. Ben sizi duyamıyorum. Ben hiçbirinizi duyamıyorum. Lütfen biriniz artık beni evime bırakabilir mi?
Cebimden bir kalem çıkarıp adresimi elime yazdım. Konuşmama kaldığım yerden devam ettim.
- Alfred avucumun içinde adresim yazıyor. Bu kapının önünde uyuyakalmak istemem. Bu durum sizi rahatsız edecektir. Hadi beni evime götür.
Karışık seslerle arabaya doğru götürüyorlardı beni. İnsanların yüzlerini yavaş yavaş görmemeye başladım. Gözlerim hafiften kapandı. Hatırladığım kadarıyla radyodan gelen sesleri duyabiliyorum.
Herkes gidecek
Zamanı geldiği zaman
Anlamsız bir yaşam
İnsan bir cehennemden kurtulacak
Sonsuz bir cehenneme karışacak
Bizi ayakta tutan iyilikler
Vicdanımızın önemi olmayacak
Kirli bedenlerimiz
Kirli günahlarımız
Kirli birlikteliklerimiz
Tanrının suyunda yıkanacak
Ertesi gün mesai başlıyor
Sarhoşlar, katiller, şeytanlar
Günahlarımızın istismar vakti
Zebaniler günahlarımızı istismar ediyor
Bir tarafta ilelebet bayram havası
Bir tarafta ilelebet katliam havası
Bir tarafta coşkulu sesler
Bir tarafta isyankarlar korosu
Tanrı beni cennetten korusun
Tanrı beni cehennemden korusun
Hiç isteğim olmadan sevdim
Hiç korkum olmadan sevdim
Cennet cehennem istemeden sevdim
Tanrı beni sevgi cehenneminde yaksın
Sonsuz bir boşluğa bıraksın
Şiirim bitti
Zebaniler kulağımdan çekti
Mesaim başlıyor
Hiç bitmeyecek bir mesai
Radyonun sesi kapanmıştı. Eve gelmiştim anlaşılan. Alfred konuşmaya başladı. Dudaklarının arasından kelimeleri seçip anlamaya çalıştım. Bir türlü anlayamadım. Zihnim birazcık olsun kendine gelmişti.
- Eve geldik. Işıkların yanıyor. Bir sorun olmadığında emin misin?
- Sorun kafamın içindeki ışıkların yanması. Sence sen fazla uyanık değil misin? Gözlerim içindeki çaresizliği görüyor musun? Bıraksan kapının önünde uyuyacağım. Bırakmasan ne olur sence? Bırakmasan beni ne olur?
- Kapıyı çaldım. Mutlaka biri açacaktır.
- Kapımı yerine bırak seni ahmak. Ne curetle kapımı çalarsın. Hadi beni geç. Kapımı çalarken bu durumu kapıya söyledin mi? Sence kapıların kalbi var mı?
- Hayatımda gördüğüm en değişik sarhoşsun. Ben gidiyorum.
Adam gözümün önünden yavaş yavaş uzaklaşıyordu. Bende arkasından avazım çıktığı kadar bağırdım.
- Nereye gidiyorsun? Hepiniz böylesiniz. Bir yere kadar getirip beni ortada bırakıyorsunuz. Geri dön, sensiz yapamam. Ben.. Ben nasıl başarabilirim? Nasıl başarabilirim?
Kapıyı Jolie açtı. Güzel bir kadın görüyorum. Eşofman takımlarıyla takım olmuş bir kadın görüyorum.
- Ben sana ne dedim?
- Sen bana ne dedin? Sen bana bir şey dediysen ben sana ne dedim? Bence artık susalım. Herkes fazla konuşmaya başlıyor.
- Bu kadar içmenin sana zarar verdiği konusunda ortak bir karara varmıştık.
- Bak o da gitti. Herkes gibi gitti. Hep böyle mi olacak? Sende gideceksin tıpkı onun gibi. Yarın bu giden adamı dava edeceğim. Kapımızın fikrini almadan kapımızı nasıl çalabilir? Kapı burada duruyor mu?
Yüzüme sert bir el çarpmıştı. Galiba Jolie bana tokat atmıştı.
- Sen kendini ne zaman bir düzene oturtacaksın?
- Elini niye yüzüme bu kadar sert bir şekilde koydun? Düzen şu yaşamdaki en saçma yaşam tarzı.
Kolumdan tutup beni içeriye doğru sürüklemeye başladı.
- Kolumu bu şekilde tutmanı istemiyorum. Ben yerlerde sürünecek ne yaptım?
- Sen beni neden aramıyorsun kaç gündür?
- Sen beni niye aramıyorsun? Hadi ben seni aramadım. Sen beni aramadın. Ben mi suçluyum sen mi?
- Ben sana niye soru soruyorum?
- Asıl bu soruyu benim sana sormam gerekiyor. Ben sana niye soru soruyorum?
- Tokat geliyor birazdan.
- Tokat mı? Nereden geliyor? Ah güzelim. Ne özledim kendisini. Tokatla güzel bir arkadaşlığımız var. Seni gelince onunla tanıştırmak istiyorum. Sen bu konu hakkında ne düşünüyorsun?
- Peki, ben kimim?
Ayağa kalktım. Saçlarına ellerimi koydum. Bulanık gözlerimle gözlerine bakmaya çalıştım.
- Eşofman takımını nereden aldın? Ben bugün bu takımı giymek istiyorum.
- Sen soruma cevap ver.
- Sorun mu var? Sorun varsa ben polisim. Hemen çözelim sorun neyse.
- Soru diyorum aptal herif. Soru diyorum aptal adam.
Yanaklarında elimi gezdirdim. Parmağımı yanağına koydum.
- Yanakların...
- Ne varmış yanaklarımda?
- Yanaklarını niye un çuvalı içinde bıraktın? Hadi un çuvalının içinde kaldı diyelim yanakların. Niye çıkarınca suyla yıkamadın?
- Sen iyice saçmalamaya başladın.
- Tamam, bir oyun oynayalım. Kim daha çok saçmalarsa o diğerine bir soru soracak. Bu adil olmaz. O yüzden kim daha az saçmalarsa diğerine bir soru soracak. Bu da adil olmaz. Buradan şu sonuca varıyoruz. Kimse kimseye soru sormayacak. Bu da adil olmaz. Lanet olsun hiçbir şey adil değil şu an baktığım gözlerin dışında. Öyle çaresizler ki kendimi görüyor gibiyim.
- Bunu bir iltifat olarak mı kabul etmeliyim?
- Bunu bir iltifat olarak kabul edersen kafamdaki çatlağın canlanmasına neden olursun. Ben bunu hiç istemiyorum.
- Şimdi kafan biraz yerinde gibi hissediyorum.
- Lanet olsun. Çabuk bir ayna bul. Kafam biraz önce yerinde değil miydi? Ölmek istemiyorum tanrım. En azından şu anlık ölmek istemiyorum. Tanrım beni cehenneminde yakmanı istemiyorum. Ellerimi kafandan çekmek zorundayım. Bu durum seni kötü etkilemez umarım.
Ellerimi kafasından çekip kendi kafama koyduğumu hatırlıyorum. Ayna aramak için banyoya koşarak gittim. Aynaya baktım dakikalarca. Jolie peşimden gelmişti. Sarhoşla bu garip oyunu oynamak hoşuna gidiyordu galiba. Elimde küçük bir ayna var. Etrafta dakikalarca gezindim.
- Neye gülüyorsun?
- Dakikalardır kafanı kontrol etmene gülüyorum.
- Kafam yerinde olmasaydı kimle konuşacaktın. Hemen birini bulurdun değil mi?
- Niye birine bulmam ya da bulmamam senin için önemli mi?
- Senin için ne kadar önemliyse benim içinde o kadar önemli.
- Ben sana soruyorum.
- Ne soruyorsun?
- Yine başladık. Aynayı bırak beni takip et. Sana kafanın yerinde olduğunu göstereceğim.
- Seni nasıl takip edeyim?
- Dur sana yardımcı olayım. Aslında olmak istemiyorum. İçinde bulunduğun durumun bu çıkılmaz karmaşasını seviyorum.
Kolumdan tutup beni gittiği yere götürüyordu. Gözlerim ağırlaşıyordu. Yatağıma geldim. Kendimi bıraktım. Artık konuşmak için kelimeler bulmak zorlaşıyor.
- Hey! Hemen uyumadın değil mi? Daha konuşmak istiyordum ben. Hemen uyuma.
- Bir dakika içinde kısmi bir ölüm yaşayacağım. Ne söyleyeceksen çabuk söyle.
- Niye benim evime geldin?
- İnsanlar bazı zamanlar saçma sorular sorabilir. Şimdi izninle uyumak istiyorum.
- Soruma cevap ver.
- Sorun varsa yarın departmana gel. Üstesinden gelmeye çalışırım.
- Senden nefret ediyorum.
- Bende bazen benden nefret ediyorum. Böyle şeylerin olmaması mantıksız olurdu diye düşünüyorum.
- Ben kimim senin için?
- Şimdi kimlik kartını çıkarıp orada yazan isme bakarsan bu sorunun cevabını bulursun. Artık ben...