- Kusura bakma. Biraz kendime gelmem için azıcık daha uyusam iyi olacak. Sanada boş bir oda göstereyim. Oraya geçer misin?
- Bir sorun mu var?
- Sorunlar birden fazla. Bir sorun olsa o sorunu ortadan kaldıracak potansiyele sahip olduğumu düşünüyorum. Alt katta kapısı açık bir oda var. Oraya geçip beni bekler misin?
- Seni o günden sonra hiç iyi görmüyorum. Yanında olmama izin ver.
- Bu konu hakkında uyandıktan hemen sonra konuşsak olur mu? Arada kahvaltı yapmam içinde müsaade etmeni istiyorum. Bana iyi geceler.
- Aşağıda seni bekliyorum.
Yorgunum, her şeyin üstesinden gelmek ve her şeyin üstesinden geleceğime olan inancım bedenime ağır geliyor. Rusya'da aşırı soğuktan ilerlemeyen Alman tankları gibi hissediyorum. Ruhum aşırı soğuk bedenimin normal sıcaklığı ruhumu ısıtacak derecede yeterli değil. Odanın içindeki saatin sesi geceleri beni rahatsız etmezken gündüzleri bu denli rahatsız etmesi normal mi? Saati odadan alıp sesinin gelmeyeceği bir odaya hapsettim. Tıpkı insanların ruh hastalarını ruh sağlık merkezlerine hapsettiği gibi. Çürümüş bir toplumun içinde hasta olmadan yaşamak mümkün olmasa gerek. Ruhları hasta değil birçoğunun. Toplumda bir arada -riyakar bir şekilde- yaşamı sürdürme yetilerini kaybetmişler sadece. Odama dönüp uykuya daldım. En azından Suzan kahvaltıyı hazırlayana kadar uyumam gerekiyordu. Devamını istesem de bu benim için pek mümkün olmayacak bir istek. İkiye bir. Azınlık durumunda kalmış durumdayım. Benim hayat kararlarım için birlikte karar vermemiz gereken durumlar ortaya çıkacak. İlerleyen zamanda diğer iki insanın bana kurduğu üstünlük kazanacak. Demokrasi tam manasıyla bu mudur? Bir düşünmek gerek. Aslında pek düşünmeye de ihtiyacımız yok. İsteklerimiz çoğunluk düzeyinde azımsanacak boyuttaysa kabul görmez. Aslında demokrasi riyakar bir monarşidir.
- Uyanacak mısın artık? Plağı yerleştiriyorum. Dur biraz. Metal bir parça açsam daha iyi olacak aslında. Aşağıda seni bekleyen biri var. Ben yabancıları sevmem. Elini çabuk tut. Hadi. Uyanma zamanı. Uyan artık. Kendine gel. Hadi. Kalk.
- Lanet sesini daha fazla duymadan kalkıyorum. Aşağıda beni bekle. Şimdi beni biraz kendi başıma bırak. Kendime gelmem gerek.
- Tamam, bekliyorum.
Suzan odadan gitti. Yatağımdan kalkıp odayı toparladım. Kafam için aynısını söyleyemem. Aşağı bir an önce inmem gerekiyordu.
- Günaydınlar. Suzan Jolie ile tanıştın mı? Jolie Suzan. Suzan Jolie. Max Jolie. Jolie Max. Suzan senle tanışıyoruz zaten.
- Tanıştık sen uyurken. Senin komik olmayan mizahını mi dinleyelim sabah sabah?
- Bende sizle aynı fikirdeyim. Belki akşam gelmeyi denersiniz diye düşünüyorum. Suzan dün burada kalmışsın. Sana ev ayarlamıştım. Bir sorun yoktur umarım..
- Hayır, Max. Bir sorun yok. Sadece saat geç olunca dönmek istemedim.
- Anladım. Kahvaltı yaparken derin bir sessizlik istiyorum sizlerden. Bir de Suzan pikaba plağı yerleştirmeyi unutmuşsun. Bir bakar mısın?
- Hemen bakıyorum.
- Biz Kahvaltı boyunca niye konuşmuyoruz?
- Kraliyet ailesinden gelen haberler bu yönde. Uzun bir yaşam sürmelerinin tek nedeni sabah kahvaltıda hiç konuşmamalarıymış. Kurallar Jolie. Kurallar.
- Bu kadar basit yani.
- Sen hayatın bu kadar ciddi alınmayacak bir mecra olduğunu hala bilmiyor musun?
- Biliyorum.
- Plaktan gelen gong sesi artık hepimizin dillerin değil ellerinin çalışması gerektiğini söylüyor.
- Of! Pekala, dediğin gibi olsun.
- Teşekkür ediyorum.
- Rica ederim.
Herkes kahvaltısını yaptı. Suzan işlerini halletmek için evden çıktı. Jolie ile ben kaldım sadece. Konyak şişesinin başına gittim. Kendime bir bardak konyak doldurdum. Bir bardakta Jolie için aldım. Şişeyi odaya götürdüm. İlaçlarımı da almam gerekiyordu. Bağımlılığım gün geçtikçe azalıyordu. Bu iyi bir haber olsa gerek. Uzun zamandır kendime iyi bir haber vermemiştim. Bu kendime verdiğim ilk iyi haber olacaktı.
- Jolie. Konyak ister misin?
- Bir bardak alsam fena olmaz.
- Daha önce yaptıklarından sonra artık kendi bardağıma sahip çıkıyorum. Cennetten bir kez daha kovulmak istemem.
- Ne dersin? Burası en iyi cennet midir?
Kısaca buraya cennet diyecek deliliğe seni ulaştıran neydi?
- Şuan yaşadığım hayattan zevk alıyorum. Tamamen zevk aldığım söylenemez. Zaten insan hayattan zevk almamalı bence.
- Haklısın...
- Seni buraya getiren neydi?
- Seni merak ettim. Bir de Carroll'un oğlu hakkında ne biliyorsun?
- Hiçbir şey. Artık ben mesleği bıraktım. Meslek için soracak soruların için başka birini öneririm sana.
- Ben sadece seni merak ediyorum.
- Beni tanımıyorsun bile. Neyimi merak ediyorsun?
- Seni tanımak istiyorum.
- Tanıdıktan sonra ne olacak biliyor musun? Şimdi olduğumuz gibi iki yabancı haline dönüşeceğiz. Ben iyiyim. Merak ettiğin için çok teşekkür ediyorum.
- Hep öyle mi olur?
- Hep öyle. Merak biter. Artık insan için yeni, hiç sürülmemiş bir tarla arayışı başlar. Hasar zamanında tahıl alırız. Başka bir tarla, başka bir hasat. Bir değirmen gibi, bir nehir gibi devam eder bu döngü. Döngüyü oluşturanların yok olmasıyla son bulur. Artık tarla sensin ve çiftçi tanrı. Ne ektiysen onu biçme vakti. Belki de değildir. Bir sonraki hayat için birçok fikir var. Birine sıkıca tutun. Emin ol seni yarı yolda bırakacaktır.
- Sence hangi ihtimal daha doğru?
Saçma bir gülümsemeyle şu cevabı verdim:
- Tanrı bilir.
- Ya yoksa?
- O zaman Tanrı bilmez.
- Bu kadar basit mi?
- Ne bekliyordun ki? Ne bekliyordun yani? Hayatı zorlaştıranı bulmak istiyorsan aynaya bak. Din bir inanç meselesidir, daha fazlası değil. Bir erkeğin bir kadına bakması gibi. Sonunda olacak şey. Ya bir duygu paylaşımı ya da yeni bir kadın bulmaktır. Aksi durumu düşünmek için erkeğin yönelimine bakmak gerek. Sen ne istiyorsun?
- Senin bütün gizemli hücrelerine işleyip hücrelerinin foyasını ortaya dökmek istiyorum.
- Jolie ben sihirbaz değilim. Bu da bir illüzyon değil. Araban var mı? Buraya ne ile geldin?
- Arabayla.
- Beni bir departmana kadar bırakır mısın? Sohbetimize döndüğümüzde devam edelim. Bırakmam gereken bir silah ve rozet var. Bende kalması hiç hoş değil.
- Öyle yapalım.
- Ben silah ve rozeti alana kadar sende yapacak işlerin varsa onları hallet.
- Anlaştık.