Odaya girdim. Varlığımı kendime kanıtlamak için bit ayna aradım. Diğer insanlar olmasaydı yaşamın bedenimde yer bulmasına inanmazdım. Varlığınızı kanıtlamak istiyorsanız diğerleriyle irtibata geçin. Yalnızlık büyük ruhlar için bir hediye haline alırken küçük ruhlar için kaçınılmaz bir hastalıktır. Küçük ruhların tedavisi dışarıdadır. Büyük ruhların tedavisi cevabı içinde olan bir bilmece gibidir. Aynada kendi kendime konuşmaya başladım. Bu davranışı bu sıralar sık sık yapıyorum.


- Dışarıda devam eden bir hayat var.


- Bunun farkındayım.


- O zaman sana verilmiş zamana sahip çık. Bir daha gelmeyecek bir zamanın içindesin.


- Bir akıl hastanesine gitmemek için kendimi zor tutuyorum.


- Senin bir Freud'a ihtiyacın yok. Aynaya bakıp onu içinden ( saklandığı yerden) çıkarabilirsin.


- Biliyorum, şu an aşağıya gitmem gerekiyor. Biraz daha devam edersek manyak olduğumu sanacaklarlar


- Ne acı sanı...


- Öyle. Bu durumu değiştirmek için elimden bir şey gelmez. Şimdilik hoş kal.


Gömleğimin yakasını düzeltip odadan çıktım. Hep böyle mi devam edecek? İçimde yağan yağmuru tanrı ne zaman durduracak? Bu sorunun cevabını şu sıralar çok arıyorum. Galiba bulamayacağım. Her yağmurdan kaçılmaz bazen de ıslanman gerekir. Pavlov telaş içindeydi. Bir hiperaktiv gibi hareket ediyordu. Ordan oraya koşuşturmacalarla akşam yemeğini hazırlamaya çalışıyordu. Bu çabuk hareketlerin bedelini bir tabak sırtlanıyordu. Yere düştü. Canı yanmış gibi bir ses çıkardı. Tabaktan gözümü birkaç dakika ayıramadım. Jolie'nin sesi kulağımı tırmalar gibi oldu. Pavlov şımarık bir çocuğun etrafına verdiği zarardan kaçınmak istiyordu. Kaçamadı, sessiz bir şekilde yaptığının cezasını bekliyordu. Ben bir an bu hisse kapıldım. Hizmetçi- patron, çocuk- ebeveyn ilişkisi benzerdir. Oyuncağımdan ses geliyor. Bir histerik gibi ilgi bekliyor. Cebimden telefonu çıkardım. Arayan Suzan'dı.


- Alo. Max?


- Efendim Suzan.


- Akşam gelecek misin? Umarım iyisindir.


- Akşam gelmeyeceğim. İyiyim. Beni merak etme. Eve biri girmeye çalışırsa silahın nerede olduğunu biliyorsun. Sokaklar manyaklarla dolu.


- Bizi kim ne yapsın?


- Öncelikle bizi değil seni. Sen sadece dediğimi yap.


- Saçmalıyorsun ama dediğini yapacağım.


- Saçma bir Dünya'da yaşıyorken normal konuşmam olanaksız Suzan. Sen dediğimi yap.


- Tamam, kendine iyi bak. Görüşürüz.


- Görüşürüz, Suzan.


Oyuncağımı yerine koydum. Yemek hazırdı. Zilin çalmasını bekliyorum sadece. Bir laboratuvarda değiliz. O yüzden bu beklentim biraz buruk kalacak. Jolie bana döndü.


- Neyi bekliyorsun? Kendine bir sandalye seç ve otur.


- Pavlov'dan komut bekliyorum. Yanlış Pavlov'dan komut beklemişim. Kusura bakma.


- Kendini nasıl hissediyorsun?


- Biraz başım ağrıyor. Onun dışında iyiyim. En iyisi sandalyemi seçeyim.


- Bu konuda sana katılıyorum. Yemeğini yedikten sonra odana çık ve dinlen.


- Öyle yapacağım. Başka bir zamana bu durumu telafi edeceğim. Söz veriyorum.


- Sen iyi olmaya bak. Düzeltiriz bu durumu.


- Anlaştık.


Garip bir telaş içinde yemeğimi yemeye başladım. O kadar yorgunum ki kaşık bana bir annenin bebeğine yaptığı iyiliği yapıyor. Kaşığın ağzı olsa ' Uçak geliyor.' diyecek zannımca. Boşalan bardaklar, ardı arkası kesilmeyen sigaralar, yemek kırıntılarının intiharları ve bir de boşluğu zihnine hapsetmiş bir beden. Hepsi bundan ibaret. Telaşa gerek yok. Bir sonraki gün içinde aynı şeyleri yaşayacağım büyük ihtimalle. Yemek kırıntılarının ruhsuz bedenleriyle ilgilenmek için olay yerine gelen Pavlov farklı sadece. Masadan kalktım. Ayaklarımın sekiz çizerek, ellerimin duvarla romantik ilişkisi, beynimin içine hapsolmuş bir düşünce kabilesiyle odaya geçtim. Bedenim artık isteklerim doğrultusunda çalışmayacak kadar yorgun. Ertesi günün telaşını çekmek için kendini kapatmak istiyor. Henüz istifa dilekçesini bana iletmedi. Gözlerim kapanıyor. Dünya'da olup bitenlerin bedenim ve ruhum için bir önemi olmadığı saatlere yaklaşıyor gibiyiz. Üstüne yüklenen ağır yükten kurtulmak ve biraz dinlenmek istiyordu. Düşüncelerimde kendine bu akışın içinde bir yer bulacak. Odaya birinin girdiğini fark ettim. Gözlerim onu tanımayacak kadar kör, kulaklarım onu tanımayacak kadar sağır. Bir ses işitir gibi oldum. Geri kalanını hatırlayıp anlatacak kadar bilinçli bir varlık değilim. Gerisi bilinçdışının ve Freud'un kendini kanıtlaması için bahşedilmiş bir fırsattan ibaret. Güneşin etrafı aydınlatmasına tanıklık ediyorum. Yanımda gözlerini kapatmış uyuyan bir kadın var. Ellerini yorgun bedenimden çekersem yataktan çıkabilirim. Bu şimdilik imkansız gibi görünen bir ihtimal. Uyanmayı reddetmek ve geriye uykuya dalmak üzereyim. Şimdilik elimden başka bir şey yapmak gelmiyor. Yatak bağımlısı bir hastanın düştüğü durumdayım. Ne kadar sınırlı bir hayat. Birçoğumuz içinde öyle olsa gerek. Sınırlar her yerde. Aşılmaz, yıkılmaz bir konumda bu evrende. Yaşama, hayatta kalma itkisi ağır basıyor. Birçoğumuz istediğimiz hayatları yaşamıyoruz. Birçoğumuz yaşamıyoruz. Nefes almak, yemek yemek, bir şeyler içmek... Eylemsel bir yaşamın tam manasıyla yaşam olduğunu söylemek imkansız. Eylemsel bir ilişki eyleme ulaşıldığı takdirde biter. Eylemsel bir hayatta eyleme ulaşıldığı takdirde biter. Bizi yaşatan merak ve keşfetme içerisinde olmaya bağlılık durumumuz. Nihayet yanımda uyuyan kadın kollarımı yalnız bırakılmış bedenimden çekti. Jolie bu durumu ara sıra yapıyor. Ne kadar kızsam da yapıyor. Otoriter bir kimlik kendisi. Görüşmem gereken bir yabancı, yıkamam gereken bir yüz, günü doldurmak için verilmiş bir ömür var. Meşgulüm. Bir an önce hazırlanıp çıkmam gerekiyor. Geç kalmaktansa erkenden gitmek daha mantıklı geliyor. Jolie bir not bırakıp odadan ayrılmam lazım. Elime bir resmi kalem ve kağıt almam gerekiyor. Etrafı biraz gezindim. Başımın ağrısı gitmişti. İçindeki düşüncelerden kurtulamasam da ağrısından kurtulmuştum. Kalemi aldım.


" Jolie ben gidiyorum. Beni bulmak istersen nerede olacağımı biliyorsun. Dün için özür dilerim. Umarım dünü telafi edecek fırsatlar gelir. Bizde onu değerlendiririz. Şimdilik görüşürüz, Jolie. Bir de arabanın anahtarını almam gerekiyor. Bir ara bırakırım."