Yukarıdaki odaya doğru gittim. Odadan silah ve rozeti alıp geri döndüm. Jolie ortalıkta yoktu. Kadınları bilirsiniz bu gibi etkinliklerde geç kalmayı severler. Suçu da kendilerinde bulmazlar. Küçük bir çocuğun ödevini yapmadığında öğretmenine söylediği yalanlar gibidir bu nedenler. Çocukların aslında bir suçu yok. İnsanlar yalan söyleme edimini ilk gerçekleştirdiklerinde zorlanırlar. Yalandaki amaç karşı tarafı inandırma olana kadar bütün yalanlar bir bakışla çürümek üzeredir. Amaç suçu üstümüzden atıp bir günah keçisi yaratmaktır. Ölü doğmuş keçiler gibi. Tutarsız, anlaşılmaz ve bir o kadar da gerçek dışı.. Jolie beni daha fazla bekletmedi.


- Az kalsın anlaşmamız geçerliliğini yitirecekti.


- Biraz geç gitsek bir problem yaratacağını düşünmüyorum.


- Sana bu konuda hak veriyorum. Gidelim mi artık?


- Gidelim.


Evden çıkıp arabaya bindik. Departmana biraz uzaktık. İstemediğiniz biriyle seyahatler, sohbetlerde tanrı kum saatinin arasını kapatır. O zaman bir türlü geçmek bilmez.  Kimi zaman insanlar kendi kum saati dursun ister kimi zamanda bir an önce kum saatinin akmasını ister. İkinci durumda kum saatini fırlatmaya kadar gidecek bir düşünce biçimine sahiptir insan. Jolie güzel bir kadındı. Kötü olan tarafı sohbetleri aşırı kötüydü. En azından anlaşıp departmana gidecek kadar anlayabiliyorum onu. Az önce onunla sohbet etmediğimi fark ettim. Bu kanıyı nereden üretmiş olabilirdim? Evet, şimdi aklıma geldi. Doğrusu aklımdan çıkmayan bir kadının beni diğer kadınlara karşı donanımlı bir biçimde hazırlamasıydı. Bu da doğru  değildi. Ölü bir kadının bana bunu yapabilmesine küçük çocuklar bile inanmaz. Doğru olan benim ona olan sonsuz sevgim ve özlemimdi. Düşünceler sizi bir uçurumdan iter. Sizin yapmanız gereken çizgi filmlerde olduğu gibi bir ağaç dalı bulmaktır.


- Kime diyorum? Alo! Konuşsana be adam dilini mi yuttun?


- Pardon dalmışım.


- Bu aralar hep dalıyorsun. Bir sorun mu var? Anlatmak istersen dinlerim.


- Bu konuyu başka zaman konuşsak olur mu? Sen neler yaptığından bahseder misin biraz? Bende değişen pek bir şey yok.


- Beni biliyorsun.


- Bilmiyorum. Şimdi sen anlattınca bilirim belki.


- O gece beni aradın. Hatırlıyor musun?


- Hangi gece?


- Seni bulmamı istediğin gece.


- O anı hatırlamak istemiyorum. Lütfen sende konuyu açıp sanrılar yaratma bana.


- Tamam, konuşmuyorum.


- Ben kendinden bahsetmeni istemiştim. Neden konuyu değiştirdin?


- Neyse, şu işlerini hallet. Akşam bana geçeriz. Gelirsin değil mi?


- Başka bir seçeneğim yokmuş gibi hissediyorum.


- Olsaydı ne olurdu?


- Seçimlerimden birini aldatmak zorunda kalacağım.


- Geldik.


- Sende işlerini hallet. Akşam sende buluşuruz. Suzan'ı arayıp akşamı sende geçireceğimi söyler misin? Numarayı sana mesaj olarak gönderiyorum.


- Bekliyorum. Seni ve numarayı.


Arabadan indim. Departmanın kapısından bekleyen memuru tanıyordum herhalde. Gözümün uzaktan görme ihtimali çok az. Biraz daha yakınlaşmam gerekiyor.


- Merhaba, yabancı.


- Merhaba, Max.


- Nasılsın?


- Bilmiyorum. Kapının başında duruyorum işte.


- Ne güzel. Şimdilik görüşürüz. Kapıya iyi bak yabancı.


- Bakıyorum zaten.


İçeriye girip hemen şu silahla rozeti teslim etmem gerek. O yüzden sohbeti uzatmak istemedim. Asansöre bindim. En son hatırladığım kadarıyla yedinci katta çalışıyordum. Yukarı çıktım. Hafızamı seviyorum. Beni çoğu zaman yanıltmıyor. Jim'in odasına doğru gidiyorum.


- Max.


- Aradığınız kişiye şuan ulaşılamıyor.


- Hadi ama. Böyle mi olduk?


- Şu rozeti teslim edince konuşalım.


- Bekliyorum.


Jim'in odasına girdim. İçeride sigara iciyordu.


- Biliyordum geleceğini


- Doğru cümleyi söyleyeyim izninle. Biliyordum rozetini bana geri vereceğini.


- Rozetini versen bile alacak bir adam yok karşında. Ne yapalım?  Benimle aynı fikirde olana kadar bu böyle devam edecek.


- Aile hayatını merak ediyorum. Acaba aşırı baskıcı bir ailede büyümüş olabilir misin?


- Saçmalama istersen.


- Sen beni sattın. Ben senin için her şeyi yapacak adamken sattın. Şimdi dönmüş  bana diyorsun ki her şeyi unut. Yeni bir başlangıç yap. Kusura bakma bu senin istediğin şekilde olmayacak.


- Ben seni mi sattım? Seni çoktan öldürmüşlerdi. Ben olmasaydım Caroll senin peşini bırakır mıydı?


- Bu şekilde satılmaktansa ölmeyi tercih ederim. Asıl soru ne biliyor musun? Neden benim dönmemi istiyorsun?


- Hadi ama onca geçen zamanı hiçe saymamı bekleyemezsin. Bu senin işin. Sen bu iş için yaratıldın.


- Bir dakika. Tanrıyla bu konu hakkında konuşmam lazım. Öyle olmadığını söylüyor. Rozet bende kalsın. Göreve geri dönmüyorum. İstifamı elbet bir gün kabul edeceksin. Ben zorlamadan bunu yapmanı bekliyorum.


- İstifanı kabul etmiyorum. Saygısızlığın burama kadar geldi. Şimdi bu odadan çık. Bir daha da gözüme gözükme.


- Elbet bir gün aynı fikirde olacağız. Tıpkı bir ateist ile bir deistin öldükten sonra tanrı konusunda hemfikir olacakları gibi. Şimdi gidiyorum. Tekrar geleceğim.


Odadan çıktım. Jim ona kızgın olduğumu biliyordu. Belki beni güçlü adamlara karşı korumuş olabilir. Belki benim canımı korumuş olabilir. Ya Margaret nolacak? Dava sürekli erteleniyor. Üzerinde güç, otorite olan bir adaletten nasıl tarafsız olması beklenebilir ki! Üzerinde bir otoritenin etkisi olan bireyin davranışları ne kadar özgürse üzerinde otorite baskısı olan adalette o kadar özgürdür. Özgürlük otoritenin zayıfın üzerinden elini çekmesiyle başlar. Neyse, adaletle benim bir işim yok. İşimin olduğu takdirde adalet terazisinin bana da adil olmasını isterim.  Diğer insanlarda cennetten çıkan sopanın ucu kendine değene kadar benimle aynı fikirdeler. Ben neyi değiştirebilirim? Cevap veriyorum, kendim ve bana saygı duyan çevrem dışındaki hiçbir şeyi değiştirme lüksüm olmadığını düşünüyorum. Benim kumarım tam da burada bitiyor. Masada kalanlar adına bol şans diliyorum. Tam o esnada üzerime hızla yürüyen bir kadın çıktı karşıma. Sesini bayağı yükseltti. Kim olduğunu bilmiyorum. Şu an tek meselem buradan çıkmak olsa gerek.


- Kızımı sen öldürdün. Bana baksana. Gözlerime bak. Gözlerimin içine iyice bak. Kızımı sen öldürdün.


- Sen ne saçmalıyorsun? Kızın kim?


- Margaret. Benim küçük bebeğim. Onu sen öldürdün. Senin umursamaz tavırların öldürdü. Eğer biraz önce hareket etseydin kızım ölmeyecekti. Katilsin.


Tekrar eden sanrılara hoş geldiniz. Bu bölümde sanrıların aniden ortaya çıkmasını ele alacağız. Başımı tuttum. En son hatırladığım şeyse buydu. Gözlerim kapandı. Gerçekçi olmak gerekirse kadın kısmen haklıydı. Benim hareket etmem gerekirdi. Geçemedim. Geçmek istedim, olmadı. Beni bir hastaneye kaldırdıklarını hatırlıyorum. Gerisi tamamen aklımdan çıkmış. Hastane, departman. Departman, hastane. Bu ikisi arasında bir paradoks yaratmak zorunda değildim. İnsanlar beni bu kaosun içine sürüklüyor. Annesinin kızından haber alamadığı an bize gelmesi her şeyi tersine çevirir. İnsanlar üstündeki suçlardan sıyrılmakta ne kadar ustalar. Hemen bir günah keçisi yarat. Bir uçurumun kenarına götür. Bir tekme yeterli. Bir diğer insanın suçlu olması bu kadar kolay işte. Bu kadar kolay.