İnsanlar çok kahpe, dedi sonra adam, eğilip kadının gözlerine bakarak. Sen masumsun, sadakatin ve dürüstlüğün için teşekkür ederim ama dedi, ki amadan sonra gelen cümleler hep can yakardı bilirdi bunu kadın. Ben ki iyi bir adam değilim, üzerim seni.

Kadın sustu. Minicik bir tebessüm oturmuştu dudaklarının kenarına, kederin acıyla harmanlandığı bu gecede, içinde çığlık çığlığa haykıran cümleleri tek tek yutkunmakla yetindi.

Belki de kahpe olmak lazımdı, yalanlar söylemek, olmayanı olur gibi göstermek. Hissetmeden sevişmek, sahteden seviyorum demek, -mış gibi yaşamak. Hissediyormus gibi, aşık olmuş gibi. Tiyatrodan bir replik ezberlemiş de her farklı sahnede yeniden yeniden seyirciye hissettirerek ama aslında tüm bunlar bir oyundan ibaret olacaktı elbette. Sonra ver elini, vur patlasın çal oynasın bir hayat. Alkışları, övgüleri alanlar hep en iyi oyuncular olmamış mıydı zaten? Sporda da aynı şey vardı, diye düşünüyordu kadın. Karşısındaki adam neden olamayacaklarını sıralarken... İyi oynayamayanlar hep takım dışı kalırdı. Yıllar evvel çalıştığı sigorta şirketinde söyleyemediği yalanlar yüzünden başını kaç kere belaya bulaştırdığını ve açık açık neden yalan söylemediği için aldığı cezaları düşündü ardından. Kabul etti içinden, kahpe olmak lazımdı.

Sonra adamın bir sözüyle irkildi düşüncelerinden sıyrılıp...

Lütfen tüm bunlar aramızda kalsın, demişti adam. Sır.

"Var mıydı sırrı olmayan sessizliğin ehemmiyeti?" diye sormak istedi kadın (İçinden konuşuyordu yine.) Çünkü samimiyetle sorulan her sorunun ucu biraz da sorana dokunuyordu böyle vakitlerde. Savunmasızdı; inanmaya ve inandırılmaya ihtiyacı vardı. Sessizliğin sırrı. Sırrın sessizliği. Sessizliğin sahip olduğu sır öylesine anlamlı geliyordu ki insana, salt bir sessizliğin bir anlama sahip olmadığını düşünmek pek de boşuna sayılmazdı.

Bir süre yine düşündü kadın sessizce. Nihayetinde bütün yollar "var olmak" meselesine çıkıyordu. Hepimiz var olma çabası içindeydik. Nafilelikten korkmanın sebebi de, iz bırakmaya çalışanın çabası da buydu. Yanlış izler bırakmaktan korkmuyor muyduk acaba? Bu olabilir miydi, sessizliğin sırrı? Düşmekten korkan bir kuşun, uçmaya cesaret edemeyişine benziyordu. Diğer taraftan sırra vakıf olan insan sessizliği bozmadıkça sırrın varlığından söz etmek mümkün olabilir miydi?

Devam ediyordu bu fikirler uzun uzadıya zihninde. Sırra vardığını sanarak bozdu sessizliğini sonra kadın. "Bana güvenebilirsin, söz veriyorum, aramızda sır!" dedi ve karşısında eriyip kül olduğu adamın aslında kendi ruhundan hiç anlamadığını ve belki de bundan sonraki hayatında hiçbir adamın, hiçbir kadının kendi zihninde kopan fırtınaları hiçbir zaman hiç anlamayacağını, o an yine anlamıştı.

Kimsesizdi. Koskoca bir evrende kimsesiz kimliğine sarılıp üşüyerek bilinmezliğin sessizliğine doğru attı küçük adamlarını, küçük kadın.

Adam durdu, izledi. Olsundu, kabullendi. Kabullenmelere aşina olmuştu zamanla belki de.

Zaten bir kez geçti mi, kim acıyı anımsayabilirdi ki? Acıdan geriye kalan yalnızca bir gölgeden ibaretti.

Seni hiç unutmayacağım, dedi adam sonra ama henüz cümlesi ağzından çıkarken bile, unutmaya başlamıştı bile.