Ağzında ucuz şarapların bıraktığı kötü tat vardı sabah uyandığında. Şarap sevmemesine rağmen devletin dayattığı vergiler onu ucuz şaraplar içmeye yöneltiyordu. Bilmediği bir yerdi gözünü açtığı bu oda; tanımadığı bir kadın vardı yanında. Sessiz hareketlerle kalkmaya çalıştı yataktan. Parmak uçlarında pantolonunu giyip kemerini sıktı. Mutfağı aramaya başladı evin içinde. Mutfakta açılmamış bir bira bulup deri ceketinin iç cebine sıkıştırdı. Tanımadığı kadını gece memnun edip etmediğini hatırlayamadı ama sabah memnun edebilmek için o uyanmadan evden çıktı. Evin olduğu yeri hatırlayabilmişti. Maskesini takıp çenesinin altına yerleştirdi. Sokakta sigara içmek yasak olmasına rağmen bir sigara yaktı ve cebine attığı birayı açtı sabah ayazında, saat tahminen sekiz veya dokuzdu. Aklına iki üç saatlik uykuyla işe gittiği günler geldi. Kaç yaşında olursa olsun, çocukluğundan bu yaşına kadar sokağa her çıktığında nereye gideceğini bilmeden yürürdü sokaklarda. Kafasında kendisiyle ilgili cevaplayamadığı soruların fazla olması hayatına birilerini almakta zorluyordu onu. Genelde geçmişini fazla bilmeyen insanlara karşı rol yapardı. Belki sadece tek başına kaldığında kendisi olabiliyordu.


 Her şeyi hatırlıyordu geçmişine dair. En sefillik çektiği zamanı, babasının kaçak olarak yaşadığı zamanları, maddi manevi ailevi bir insanın doğuştan sahip olduğu bütün her şeyi kaybetmişti; insanlıktan çıkmıştı, kendini kaybetmişti. Seneler sonra kendini bulduğunu sanıyordu ama geç kalmıştı. Eksik kalmıştı bir yanı. Eksikti ve itirazı vardı bu adaletsiz yaşantıya. Patronları diledikleri gibi yaşayabilirlerken o, on iki saat onlara çalışmak zorundaydı, aylık sabit ve fahiş bir fiyata. Bunları düşünürken sigarası bitmiş, dudağını yakacak kadar sıcaklık vermiş; yakmıştı dudağını. Aldırmadan acı bir tebessüm edip birasını yudumladı. 


 Şehir merkezine yaklaşmışken birasının sonunu içtikten sonra çöpe attı ve karıştı insanların içine...