Buluttan düşmek, bilmediği bir yere

-yeryüzüne- inmek istemiyordu. Kim bilir yolda başına neler gelecek, kimlerle karşılaşacaktı. Her ne yaşanırsa yaşansın buna mecburdu. Hiç istemese de sıra ona geldi, şimdi kendini bırakmalı, abisinin arkasından gitmeliydi. Derin bir nefes aldıktan sonra kendini sakince yere bıraktı. Korkuyordu.


Biraz alçaldıktan sonra kendini özgürleşmiş hissedecekti ki sert bir şeye -sanırım uçağa- çarpıp parçalara ayrıldı, lanetler ederek ve ağlayarak -damlalar gözyaşı dökmeden ağlar- kopan parçalara yaklaşmaya, onlarla birleşmeye çalışırken aktı, yeniden havada süzülmeye başladı. Parçalara ayrılmak, kendine ait uzuvları orada bırakmak istememişti. Böyle olacağını biliyordu. Ağladı, ağladı, ağladı. Hepsi “yeryüzüne inmelisin” diyen ve ona cesaret vermek için önce kendisi atlayan abisinin suçuydu.


Havada süzülürken yine bir şeye çarptı. Bu kez çarptığı şey o kadar da sert değildi. Etrafına baktığında bir yaprağa düştüğünü ve bu yaprağın üzerinde başka bir damlayla birleştiğini fark etti. Mutlu oldu. İlk kez böyle bir şey yaşıyordu. Belki de yeryüzü o kadar da kötü değildi… Bu kez cesaretle ve daha da büyüme umuduyla kendini aşağıya bıraktı, bir dikenin üzerine düştü, yine parçalara ayrıldı, artık eskisinden de küçüktü. Lanet okudu, küfürler etti. Düşmek istemiyordu. 


Birkaç saniye bekledi. Daha da büyüdüğü zamanı hatırlayıp yeryüzüne haksızlık ettiğini düşündü. Hem kaybedecek bir şeyi de yoktu. Kendini sakince ve kontrollü bir şekilde bıraktı. Bu kez düşeceği yeri kendisi seçecekti. İstediği gibi de oldu. Atladı, bir yaprağın üzerine düştü, aşağıya baktığında bir su birikintisi gördü. Milyonlarca damla birleşerek bir gölü oluşturmuştu. 


Heyecanlandı. Belki abisini, annesini, babasını, belki aradığı o kadını orada bulacaktı. Belki parçalara ayrılacak, buharlaşacak, içilecek, sıçrayacak da olabilirdi ama sevdikleriyle karşılaşma umudu ona güç veriyordu. Onlar için değerdi. Atladı. İyi ve kötü tüm ihtimalleri kabul ederek kendini ihtimallerin kucağına bıraktı.