Fakülteye giden yol burası. Yıllar sonra aklıma geliyor buradan nasıl, ne hâllerde geçtiğimi düşünmek. Genelde hızlı hızlı yürüdüğümü hatırlıyorum. Özellikle de sabah vakitlerinde. Diğer fakültelerin, heykellerin ve mermerlerin önünden geçerken "İnşaat gibi burası, nasıl çalışıyorlar burada" dediğim zamanlar. Bazen bu yolu çok hızlı yürüdüğümü düşünüyorum. Sanki nefes almadan geçmişim. Varacağım yere çoktan varmışım da ayaklarım bana engel oluyor gibi. Nefes nefese kalmış da sınıfa girmiş gibiyim. Ama hep bu 8.30 dersleri yüzünden değil mi? Ah bu yol... Soğuk havalarda acaba tek parça fakülteye ulaşabilecek miyim diye düşünmelerim. Yağmurlu havalarda yanımda yedek kıyafetle okula gidişlerim. Bu yola yağmur yağdığı zaman şemsiyenin ş'sini geçirsem buradan o bile oturur ağlardı. Bence ağlardı. Şemsiyeyi aksesuar olarak bile taşıyamazdım bu yolda. Onu bile korurdum çantamın içimde. Hâlbuki tam tersi olması lazım. Rüzgar, yağmur, fırtına ve binbir türlü coğrafi olayın aynı anda yaşanabildiği yegane yerlerden birisi bence bu yol. Mikroklima alanı belki de? Bence olabilir. Biraz coğrafya çalıştığım için bunu hemen cümle içinde kullanmam lazım sonuçta. Biz böyle öğrenmedik mi? Neyse biz konumuza dönelim. Sağdaki kafede oturanlara bakışlarım... Kulağıma çalınan birkaç kelimeden hangi bölümden olduklarını tahmin etmeye çalışmak. Gürültü, kalabalık, kahve kokusu... Derse geç kalıyorum acaba koşsam mı, diye düşünmelerim. Burada bir sürü insan var çok tuhaf olur, ya düşersem, rezil olursam, yok ya bu ders için mi koşacağım, en fazla yok yazılırımlar. Hafiften koşmakla hızlı yürümek arasında gidip gelmelerim var bu yolda. İnsan şu yolu özler mi ama? Ey kalp, ey beni gecenin ortasında bu yola düşüren; gerçekten burayı mı özledin? Yoksa unutmaktan mı korkuyorsun? Bak unutmaktan ben de korkuyorum, itiraf edeyim. Burada tekrar yürüsem bile aynı şeyleri hissedemeyeceğim için üzülmemin bir anlamı yok değil mi? Kahve kokusunu hiçbir zaman buradaki gibi hissedemeyeceğim? Hiçbir yağmur beni böyle ıslatmayacak değil mi? Şimdi dönsem o günlere ne yapardım acaba? Attığın adımları biraz da kendine mi at derdim? Ne yazarsam yazayım bu yolu çok seviyorum galiba. Beni sevdiğim derslere kavuşturduğu için mi? Aldığım çayın karton kokusunu daha iyi hissedebildiğim için mi? Geç kaldığımız zaman sınıfa alelacele giren kişiye "Kapıyı dışarıdan kapat." diyen bir hocamızı tanıdığım için mi? Yoksa fakültenin önünde "Burada sigara içilmez." levhasının altında sigara içen arkadaşları mı özledim? Görüldüğü üzere, buradan sonrasında cevap yok. Cevaplar o yoldaysa onu bilemem. Ne zaman günlük yazmaya başlasam hepsi anıya dönüyor. Günümü yazayım diyorum ama bugünüm önce dünümü çağırıyor. Günlerimiz anılarımızdan oluşuyordu değil mi? Her gün yürüdüğüm yolu basit sayıp da yazmadığım için mi yıllar sonra burayı hatırlıyorum? Belki de bu hayatın "Yürüdüğün yolları iyi tanı ve koşma. Ya da koş. Dikkat et, düşme. Ya da düş. Düşersen de ağlama. Ya da ağla. Elbet bir yardım eden olur. Belki de olmaz, çok da güvenme. Sen sadece yola güven." deme şeklidir. Yola bile çay edebiyatı cümlesi kurdurdum gibi oldu. Bütün hatalarım için özür dilerim senden. Bundan sonra seni daha çok anacağımdan emin olabilirsin. Nerede bir yol görsem seni hatırlayacağım. Yok, o kadar da değil. Bu biraz yalan oldu. Ama ilk ikisi gerçek. Hiçbir sonuca bağlayamayacağım bir günlükvâri anımın daha sonundayım. Belki de yeni yolların başındayım. Kim bilir?