Sarı yapraklara basarken duyulan hışırtı sesi, sonbaharın güzel yanlarından biri diye düşündü Ferhat, çınar ağaçlarının çevrelediği dar sokaktan geçerken. Bastığı yaprakları değil de şimdiye kadar biriktirdiği hayal kırıklıklarını eziyormuş gibi bir rahatlama hissetti içinde. Hızla esen rüzgar paltosunu bir sağa bir sola savurmasına aldırmadan, parmaklarının ucuyla karışan saçlarını taradı.

Kişisel bakım önemliydi onun için, temiz ve düzgün giyinmeyi, saçlarını özenle taramayı etrafındaki insanlara bir saygı ibaresi sayardı. Her sabah uyanır uyanmaz elini yüzünü yıkar, dişlerini fırçalar, özenle kıyafetlerini ütüler ve ayakkabılarını parlatırdı. Bu yüzden arkadaşları ona, Janti Ferhat ismini takmıştı.

Saçlarını dağıtan rüzgar aniden yavaşladı ve ince ince yağmur inmeye başladı. Yağmurdan kaçmak yerine, yüzünü göğe doğru kaldırdı. Gökten inen her damla tenine değil de ruhuna akıyor gibiydi. Yağmur suyu yüzünü değil de kötü geçmişini yıkayıp götürüyormuş gibi yüreğinde bir hafiflik hissetti.

İnsanlar bu yüzden mi yağmuru sever acaba diye mırıldandı. Yağmur temizlikti kirli yolları, kirli duyguları, maziyi unutulmak istenen yılları… Yağmur bembeyaz bir sayfa, yeni bir başlangıçtı…

Yağmura öylesine dalmıştı ki Ferhat, bastığı yaprakların artık hışırdamadığını fark etti. Islanan yapraklar yumuşadı diye keyfi kaçmıştı. İki güzellik bir arada olmuyor birinin gelmesi diğerini alıp götürüyor diye hayıflandı içinden. İnatla kuru bir yaprak bulmak için küçük bir çocuk gibi yolda sekmeye başladı. 

Aniden acı bir korna sesiyle irkildi. Eski bir araba bir adım mesafe kala önünde durmuştu. Elli yaşlarında kır saçlı, kirli sakallı bir adam arabanın camını açtı yumruğunu sıkıp bağırmaya başladı.” Kör müsün be adam? Önüne baksana, git Allah`tan bul belanı, benim başımı yakma.” 

“Kusura bakmayın beyefendi dalmışım, af edersiniz.” dedi Ferhat, korna sesinden ürperip hızla çarpan kalbini tutarak. Kır saçlı adam sert bir bakış atıp gaza yüklenip gitti. 

Yola devam etmek için toparlanıp bir adım atacakken omzunda bir el hissetti “İyi misiniz beyefendi?” diyen sese doğru döndü. Siyah güpürlü şemsiyesini şık deri eldivenleriyle nazikçe kavrayan genç kadını gördü. Cevap vermek istedi ama gözünü kadının dalgalı uzun saçlarından kocaman kahverengi gözlerinden alamıyordu. Bir nefes aldı ve heyecandan pürüzlü çıkan sesiyle “iyiyim” diyebildi sadece.

“Arabanın karşıdan geldiğini görünce sizi uyarmak için seslendim ama duymadınız. Affınıza sığınarak bir şey sormak istiyorum.

Kadının gözlerinin içinde kaybolan Ferhat güçlükle “buyurun” diyebildi.

“Neden bir sağa bir sola koşuyordunuz sebebini merak ettim? 

“Yaprak” dedi Ferhat kafasında kelimeyi tamamlayacak bir cümle bulamadan.

“Efendim anlamadım” dedi dalgalı saçlı kadın. Meraktan açılan gözleri normalden daha iri olmuştu. Ferhat derin karanlık bir uçurumun içine düşüyormuş gibi baktı siyah gözlerine. Kadın cevap beklediğini belli etmek için kaşlarını kaldırınca, Ferhat siyah uçurumdan kendini çıkarmak için

2/3

gözlerini kadının gözlerinden çekip ayak ucuna baktı. Ayakkabıları çamur içinde kalmıştı. Ayağını sağa sola sürterken “ezmek için kuru yaprak arıyordum” dedi gözünü yerden çekmeden.

Ferhat gözlerini kaldırdı kadının ne diyeceğini merak ediyordu ki yine göz göze geldiler. Kadın kocaman bir kahkaha attı. Ferhat önce biraz utandı ama o da gülmeye başladı. Az evvel karanlık bir uçuruma benzettiği kadının gözler şimdi gülünce zifiri gecede, gökte kandil gibi yanan yıldızlara benziyordu. 

Bir müddet öylece güldüler. Zamanı durdurmak gibi bir gücü olsa Ferhat’ın bu o anda durdurdu. İçinden kopup gelen şiire mani olmak için dudaklarını sıkıca kapattı lakin; şiir su gibi durdurulamaz bir kuvvetle, dudaklarını aşıp o ceylan gibi siyah gözlere aktı.

Gözlerin,gözlerin,gözlerin

kaç defa karşımda ağladılar

çırılçıplak kaldı gözlerin

altı aylık çocuk gözleri gibi kocaman ve çırılçıplak,

fakat bir gün bile güneşsiz kalmadılar.

Gözlerin gözlerin gözlerin,

gözlerin bir mahmurlaşmaya görsün

sevinçli bahtiyar

alabildiğine akıllı ve mükemmel

dillere destan bir şeyler olur dünyaya sevdası insanın.

Gözlerin gözlerin gözlerin,

sonbaharda öyledir işte kestanelikleri Bursa’nın

ve yaz yağmurundan sonra yapraklar

ve her mevsim ve her saat İstanbul.


Kadın kızaran yanaklarını gizleyemeden “Nazım Hikmet Ran” dedi. ”Çok severim bu şiiri, teşekkürler. Bu arada tanışamadık ben Gül” dedi şık deri eldivenli narin elini uzatırken. 

Ferhat Gül’ün yanaklarında ki kırmızılıktan cesaret alarak kendinden emin bir şekilde Gül’ün elini sıkıca kavradı. “Ben de Ferhat memnun oldum. İsminizle müsemma bir çehreniz var yanaklarınız gül gibi açtı” dedi.

Gül kulaklarına doğru giden dudaklarına, daha çok kızaran yanaklarına engel olamadan “Ben de memnun oldum. Sizde isminize layık bir azimle iltifat etmek için dağ tepe aşıyorsunuz” dedi ve gülmeye başladı.

Ferhat da güldü ve elinin hala Gül’ün elinde olduğunu ve Gül’ün elini elini çekmek için kıpırdatmasından fark etti. “Kusura bakmayın dalmışım” dedi. 

“Mühim değil dedi” gül yanaklı kadın” ben de dalmışım ayrıca yağmur devam ediyor benim şemsiyem var siz ıslanıyorsunuz. Dilerseniz birlikte yürüyelim.”

Bu sözlerden sonra yağmur durmasa da sevinçten Ferhat’ın kalbi durabilirdi. Kafesin içinde mavi gök yüzünü görmüş kuş gibi çırpınıyordu. “Sizi rahatsız etmeyeceksem, pek memnun olurum” dedi.

Gül kocaman gülümsedi ve “Estağfurullah ne rahatsızlığı buyurun dedi. Bir müddet sessizce yürüdüler ikisi de konuşarak bu tılsımlı anı bozmak istemiyordu.


3/3

Yürüdüler… Etrafa bir güzellik saçılmış gibiydi yollar güzeldi, kaldırımlar bile sanki özenle döşenmiş sanat eserleri.. Yol kenarında ki ağaçlar rüzgarda dans ediyor, yağmur şarkı söylüyordu. Birkaç çocuk yağmurda dışarı çıkmış ıslanmaya aldırmadan sevinç çığlıkları atarak koşturuyorlardı. Yanlarından hızla geçen arabanın üzerlerini ıslatmasına bile gülümsediler. Bütün yarımlar tamamlanmış gibi garip bir huzur sarmıştı iki ruhu da..

Arada Ferhat, Gül’ün iri parlak gözlerine bakarak bu güzel vakitleri daha da güzelleştiriyordu. Gül’ün gözlerinde kaybolmuşken Ferhat, yine acı bir korna sesi duydu. Bu ses siyah bir girdaba dönüştü zihninde. Girdap önce Gül’ü aldı elinden sonra sokakta oynayan çocukları, yol kenarında ki çınar ağaçlarını sadece yağmur kaldı…

Bu ses korna sesi değildi. Ceza evinin öğle arası dışarı molasının bittiğini haber veren sirenin sesiydi.Ferhat irkildi, sanki bu ses tamamlanan yanını koparıp götürmüştü.

Yağmur yağdığı için mahkumlar hızlıca içeri giriyorlardı ama Ferhat kıpırdamadan öylece duruyordu. Koğuş arkadaşı yanına geldi, sırtını sıvazladı. “Hadi Janti oyalanma ceza alacaksın yine” dedi.

Ferhat elindeki üzerine kadın resmi çizdiği yol manzaralı dergiyi ve kurşun kalemi orda bıraktı.

Omzuna aldığı pişmanlığı, yanına aldığı yalnızlığı ile ağır ağır yürüdü…


10.02.2021