Yemyeşil bir yol görünüyor. Ayak uçlarımdan başlıyor göğe uzanıyor, mavi ile birleşiyor. Yeşil en sevdiğim renktir, bunu kim hatırlıyor? Yalın ayaklarıma taş batıyor, acıtıyor ama daha sağlam basmama neden oluyor. Ufuktaki küçücük görünün dağlardan önümdeki dut ağacına doğru bir ses yankılanıyor. "Ne feda etmem gerekiyorsa etmeye hazırım." Yankı kulağıma geliyor. Hiç de yabancı bir ses değil, benim sesim bu. Birkaç saniye yankılanıp kayboluyor. Ben nefes nefese kalmışım. Sanırım buraya varabilmek için çok yürümüşüm. Üstümün başımın kirine bakarsak da düşe kalka yetişmişim. Ama varmışım, yetişmişim. Tüm gücümle koşsam bile yetişemeyeceğimin yanılgısı az ileride bana kahkahalarla gülüyor. Gülüşü benim simama yansıyor. Benden çiçeklere yansıyor, ağaçlara yansıyor, semaya yansıyor. Bir an her şey daha da güzelleşiyor. Etrafımdaki lavantaların kokusu sarıp sarmalıyor. Çiçekler baş kaldırıyor. Gökyüzü daha parlak bir maviye bürünüyor. Benim soluk kahverengi gözlerim de ortama uyum sağlayıp ışıldıyor. Yüzüme renk geliyor. Ne kadar zaman oldu gökyüzünü böyle görmeyeli? Başımı kaldırıp bakmış mıyım ki hiç? O kuş ne güzel kanat çırpıyordu öyle ya da bu lavantalar bu kadar güzel mi kokuyordu? Doğanın rengi soluk yeşil değil miydi, birden ne kadar parladılar böyle bu ağaçlar? Bu zamana kadar hiç fark etmemiş miyim, hatırlamıyorum. Hafızamda yitip giden onca sene, varlığı bile yok, kimi üzebilirdi benden başka? Böyle yürümek ne zormuş, bütün yorgunluğa da değermiş. Etrafıma son kez dönüp baktım. Ben bu sevgisizliğin rengini değiştirmek için çok çabaladım, neden aradım. Sonunda buldum. Kimse elimden almasın diye sımsıkı tutuyorum.