Senden ayrılmak için yola çıktığımda -belki bir daha hiç bir araya gelememek üzere- 14 saat boyunca yoldaydım. Ben ki bir yolculuk esnasında asla uyanık kalmayan kız midem bile bulanmadan saatlerce seninle mesajlaşıyordum. Birkaç saatlik uyku aramda ise rüyamdaydın. O yolu seninle bitirmiştim. Yolculuk nasıl geçti dediklerinde tek diyebildiğim su gibi geçtiğiydi. Yol boyunca hem senden uzaklaşıyor olduğum için ağlıyor hem de böyle güzel bir sevgiyi tattığım için hafif şaşkınlıkla mutluluktan havalara uçuyordum. Aşık olmuştum, aşık olmuştun, aşık olmuştuk. Hayat bir süreliğine daha güzel, daha umut vaadeden, daha yaşanılası bir yerdi. Her şey en doruklarda yaşanıyordu. İçimizde bu gençliğimizin acemiliğiyle bunu araya götüreceğimiz korkusu, belki de hissi, vardı. Sonrasında kendini gerçekleştiren kehanet oldu bu. Bu uzaklık, bu gençlik, tüm o kötü tecrübelerimiz artık gittikçe içimizdeki alevi tehlikeli hale getirmeye başlamıştı. Söndürdük o alevi. Söndük gittik öylece. Araya gittik. Evimi buldum sandığım kişi şimdi öylece bir yabancıya dönüşüyor. Hayat işte, o şehirden dönerken iki aşıktık, o şehre tekrar giderken ise öykünün en başındaki gibi iki yabancı olacağız.