Ah şu yorgunluklarımız bırakabileceğimiz şeyler olsaydı keşke. Evimize vardığımızda çıkarıp astığımız bir ceket gibi mesela. Basit ve zamanı gelince kolayca kurtulabildiğimiz. Üzerine düşünmek zorunda kalmadığımız ve çıkar yolu aramadığımız türden.


Bedenimiz yorgun, günlük keşmekeşlerin ardından. Her gün yeni olaylar, yeni koşturmalar veyahut yeni aksilikler.


Günlük yaşantılarımız da öyle ya da böyle ruhlarımızda izlerini bırakıyor. Bir müddet sonra o izler, lekelere dönüşüyor, ne yazık ki bazıları ne kadar uğraşsak da çıkmayan cinsten.


Gidenlerin ardından bakakaldık, kalakaldık öylece.

Ne unutabildik, ne de umutlanabildik; eksildik sadece, maalesef ki gönlümüz de yorgun.

Gönül yorgun olunca zaten ruh da beden de bitap düşüyor. Yok, istemiyor artık canımız hiçbir şey. Böyle yorgunluklarla bahar gelir mi? Gelse bile heves kalır mı? Hevesler kursağımızda, yorgunluklar hep yanı başımızda.


Zor olsa da yorgunluklarımızla baş etmek gerek her hâlükârda akıp giden zamana yetişebilmemiz için. Baş etmeyi bilmezsek başımız daha çok ağrıyacak, daha çok yorulacağız elbet. Bazen bir sözle, belki güzel bir anıyla ya da bir hayalle aşacağız, yoksa çekilmez böyle hayat. Yorgunluklarımızla hayıflanarak, bir şeye tutunamadan hep geride kalırız.