Geçmiş rutubet kokuyor. Yüzümü güneşe dönüyorum. Kemiklerimi kemiren bu sıcaklık ne zaman içimi gıdıklar oldu, ne kadar süredir burada hapsoldum bilmiyorum. Godot yahut birinin gemisi, bir şeylerin çobanı yahut zamanın efendisi. Doğru ya, birini bekliyordum. Rüzgar tuzlu kokuyor. İlk kez nefes sesimi duyuyorum, bileğimdeki halkaların izini ovuyorum. Özgürlüğün o kadar matah bir şey olmadığını düşünürken üzerimden alınmış onca ağırlığın aslında benimle bütüncül bir kütle oluşturduğunu hissediyorum. Bu boşluğu dolduran ilk sızıntı korku oluyor. Ya sonra?
Yosunlaşmış tuğlaların arasında bir leşçil gibi aranıyorum. Kül, çamur ve biraz yosun bulaşmış ıslak bir tüyü güç bela temizleyip parmaklarımın ucuna bir kalem misali tutturuyorum.
Güneşe tutarsam yeniden kuruyabilir.