Bir zamanlar bu beldenin yerinde, taşları pembe mermerden kesme bir kolezyum varmış. Sonra bizim beldemiz, o kolezyumun mermerlerinden artakalanlar ile yapılan temeller üzerine kurulmuş. Derler ki tarih tekerrürden ibarettir, oysaki tarih durmaksızın akıp giden bir nehir gibidir. Aynı suda yıkanamıyoruz fakat aynı suyun getirdiği kanda boğuluyoruz, onun ağır bedelini ödüyoruz. 

Bir zamanlar bu beldenin yerinde bir kolezyum varmış, temaşası ve dövüşü hiç bitmeyen, merdivenlerinden kan damlamadığı bir gecesi olmayan, dibinde bilinmeyen onlarca gizli dehlizi bulunan, koca ve eşsiz mimariye sahip olan. O zamanlar imparatorluk çok güçlüymüş, özgürlüğünü kaybetmiş zavallı insanları ölesiye dövüştürmek ilk kimin aklına gelmiş bilinmez ama efendiler bu işin sikkesini çok yemiş.

Binlerce savaş esirinden güçlü olanları, lapa ile besleyip idmana tabi tutulur ve dövüştürülürmüş, kabul etmeyenler daha en başında tadarlarmış ölümü kabul edenler de birer ikişer kolezyum sahnesinde. Ellerinde çeşit çeşit silahlar, mızraklar, kılıçlar, gürzler, baltalar, üzerlerinde çeşit çeşit zırh ve kürk. Bir gece daha fazla yaşayabilmek için içlerinde yaşadığından habersiz oldukları tüm vahşeti sergilerlermiş. Aralarından yıllarca yaşayan ya da sonunda azat edilen de olurmuş. Heyhat, kolezyumun dehşetini tatmış olan bir gladyatör, yeniden insan olması namümkün bir varlıkmış. O gladyatörlerin bazıları, acı içinde yaşayıp sessizce göçmüş bu dünyadan. Bazıları, seher vakti asmışlar kendilerini incirin dalına. Sonra zaman geçmiş, savaşlar ve afetler olmuş, krallar doğmuş ve krallar ölmüş, kolezyum yıkılmış, imparatorluk zayıflamış, Kuzey'de barbarlar baş göstermiş, kimsenin gladyatör dövüştürecek keyfi kalmamış. Kolezyumun bakımsızlıktan dağılmış taşları sökülmüş ve evlerin temeline konmuş , istenilen tek şey korunaklı bir dama sahip olmakmış. Sonra bir gece, ben ve babam, belki de dedem daha doğmadan tarifi kelimelerle yapılamayacak bir olay vuku bulmuş. 

Eskiden gladyatörler, kolezyuma girmeden önce iki tarafı heykellerle bezeli bir yolu gövde gösterisi yaparak yürürmüş, halk kahramanları bu yolun iki tarafında karşılarmış, yıllar içinde heykeller yok olmuş, yolda elinden geldiğince direnmiş. Babamın anlattığına göre yerleşimin ilk yılında, alelade bir gecede gladyatörler yeniden yürümeye başlamış. Babamın anlattığına göre kemik yığınına dönmüş, etleri çürümüş, zırhları lime lime paslanmış adamlar; ellerinde kırık dökük kılıçlar, halkı selamlayarak malum yoldu yürümüş. Herkes dehşet içindeymiş, sokakta olup onları gören insanlar gladyatörlerin kılıçları altında dehşetle can vermiş, evlerine saklananların canları kurtulmuş. O günden sonra beldedeki insanların çoğu başka yerlere kaçmış, gitmeye takati olamayanlar mecburen kalmış, yürüyüş devam etmiş, bazen ölümler olmuş, insanlar zamanla bu yürüyüşün yalnız dolunay zamanı gerçekleştiğini fark etmişler. Dolunaylı gecelerde evlerine saklanıp perdelerini sıkı sıkı örtmüşler, bazen anneler ses çıkarmasın diye bebeklerini boğmak zorunda kalmış, bazen hiçbir şeyden habersiz gezginler kurban olmuşlar. Hatta bir keresinde canına kıymaya karar veren genç bir kadın dolunay zamanı kendini yola atmış, ölümü tez olmuş. 

Üzerinden çok vakit geçti. Bunların hepsi, babamın küçükken dinlediği şeylerdi. Yıllar yılı efsaneler, ağızdan ağıza nakledilip değişti; değişmeyen tek şey, bu dehşetli yürüyüş oldu. Yürüyüşü ne Minerva Tapınağı'nın bilgeleri ne barbar cadıları ne de şamanlar durdurabildi. Bizler bu duruma alıştık; dolunayı takip etmeyi, perdeleri sıkı kapamayı, sessizlik içinde oturmayı öğrendik. Hatta bebekler bile ağlamamayı öğrendi. 

Her dolunaylı gece, makus talihlerinin o derin hattında yürür gibi, kolezyumun yolunda yürüyen, yürüdükleri yollar bir yere varmayan bu zavallı kölelere saygı duyuyorum. Bunu, kendi halkıma söylesem şüphesiz bir dolunay gecesi, yolun ortasına dikilmiş bir kazığa bağlanırım ama gerçek bu. Penceremin önünde, onların zırhlarından gelen demir şıngırtılarını dinlerken hep bunu düşünürüm. Öldükten sonra dahi kaderlerine boyun eğip yürümeye mecbur oldukları son yolda yürüyen yüzlerce köle adam... Ne zaman bunu düşünsem sabaha kadar kendi köleliğimi düşünürüm; resmen hür olsam da benim de kölesi olduğum, köle olmasam bile mecbur edildiğim şeyler olmuştur. Hep kendime sorarım: Şimdi etleri taze, kemiklerinin içindeki ilikler yumuşak olan bizler; öldükten sonra hangi yollarda yürüyeceğiz?