Cezaevi kapısı açılıp elinde valizle Yusuf belirince büyük bir sevinç yaşandı. Orada bulunan herkes sırayla Yusuf’la kucaklaşıp birlikte sevinç gözyaşı döktüler. Daha sonra Yusuf, eşi, annesi, ağabeyi, yengesi, ablası, eniştesi ve yeğenleri ile birlikte iki sene önce kalp krizinden vefat edip cenazesine kelepçelerle getirildiği babasının mezarına giderek dua edip toprağına su döktüler. Yusuf şimdi kırk yaşındaydı ve içki masasında futbol yüzünden tartıştığı arkadaşını bir anlık sinir yüzünden parmaklarına geçirdiği muşta ile öldürmek yüzünden aldığı on iki senelik cezasını tamamlamıştı. Artık o lanet geceyi unutup hayata tekrar başlamak istiyordu. Akşam olduğunda ise annelerinin evinde aile dostlarının da geldiği büyük bir özgürlük yemeği vardı. Ağabeyi Yunus bu gece için yurt dışından daha ucuz olduğu için iki şişe Tekirdağ altın seri rakı ve bir şişede Chivas Regal viski getirtmişti. Kadınlar ise daha dünden Yusuf’un en sevdiği yemekler için hazırlıklara başlamışlardı. Mercimek çorbası, köfte, pilav, patates kızartması, çoban salata ve bir sürü soğuk mezenin olduğu masada yemek yenmeye başlanmış ve eski günler anılmıştı. Küçük çocuklar bir odada da oyunlar oynarken bazen sesleri muhabbetlerini bile bastırıyordu. Yengesi çocukları uyarmak için yerinden kalkınca Yusuf engel oldu.

“Bırak, istedikleri gibi oynasınlar yenge. Ben bu seslere hasret kaldım.’’

Yunus dolaptan aldığı rakıyı getirip yan yana dizdiği bardaklara eşit miktarda dökerken:

“Bana koyma abi. Artık içki içmeyeceğime dair içeride kendime söz verdim.’’ dedi Yusuf.

Anneleri Nedret Hanım oğlunun bu kararını destekleyerek;

“Yunus, koyma oğlum.’’ dedi.

Artık yemekler yenilmiş ve içkiler içilmiş, bazen gülünüp bazen de ağlanmış ve gecenin sonuna gelinmişti. Vakit epey geç olmuştu. Ağabeyi, Yusuf ve eşi Fatma’yı arabayla eve bıraktı. Araba içinde ayrıca yengesi ve yedi yaşında ki kız çocuğu yeğeni de vardı.

“Bak Yusuf.’’ dedi Yunus. “Biliyorsun, emlak dükkânı açtım. Benim dışarıda çok işim oluyor. Dükkânda duracak güvenebileceğim birine ihtiyacım var. Yarın gel, hem sigortanı yaparım hem de iyi bir ücret veririm.’’

Yusuf bunu duymak için koca gece beklemişti aslında.

“Çok iyi olur abi.’’ dedi.

Apartman önünde Yusuf ve Hatice arabadan inip evlerine çıktılar. Yusuf, nihayet kafasında ki asıl soru işareti ile yani Hatice’yle baş başa kalmıştı. İkisi de aynı yaştaydılar. Yusuf cezaevine girmeden bir buçuk sene önce evlenmişlerdi. Karısında olgunluğun ilk döneminde ki güzelliği vardı. Tanıştıklarında daha zayıftı ama şimdi aldığı kilolar onu daha çok kadın yapmıştı. Sarı saçlı, beyaz tenliydi ve boyu bir kadına göre uzun sayılabilirdi. Hatice’nin davranışlarında iki seneden beri değişiklikler vardı. Cezaevine ziyaretleri seyrekleşmişti. Sanki zorunlu olarak gelip gidiyordu. İzinli olarak çıktığı zamanlarda ise davranışlarında gelmesine üzülmüş gibi belirgin bir soğukluk vardı. Tıpkı bugün cezaevi önünde ona isteksiz sarılmasını sezdiği gibi. Kısacası Hatice’den şüpheleniyordu ve hislerine de güvenirdi. Banyoya girip hızlıca duş alıp çıktığında Hatice çoktan ışığı söndürüp yatmıştı bile. Yusuf’un altında bir tek külot vardı. Battaniyeyi kaldırıp yavaşça yatağa süzüldü ve Hatice’ye arkadan sarılıp boynundan öptü. Hatice, silkelenip Yusuf’tan kurtuldu.

“Adet dönemindeyim. Ayrıca şurada birkaç saat sonra kalkıp işe gideceğim.’’ dedi.

Yusuf burnundan soludu ama bir şey demeden kalkıp oturma odasına geçerek televizyonu açtı. Bir sigara yakıp düşüncelere daldı. Ertesi sabah uyandığında yanında Hatice yoktu. Bir tekstil fabrikasında çalışıyordu. Aldığı para eve ancak yetiyordu. Bu yüzden ağabeyi Yunus’a çok şey borçluydu. Ceza evinde başını eğdirmemişti. Kalkıp hemen giyindi ve ağabeyinin dükkânına gitti. Yunus, masada oturmuş bir şeylerle uğraşıyordu. Yusuf’u görünce ayağa kalkıp sarıldı.

“Erken gelmişin koçum. Keşke biraz daha geç gelseydin.’’

“Bir an önce başlamak istedim.’’

Yunus, bir süre sonra yanına bir evrak dosyası alıp bankaya gideceğini söyleyerek dışarı çıktı. Yusuf, en son izinli olarak cezaevinden çıktığında aldığı telefonuna kartını taktı. Hemen arkasından mesaj sesleri sıralanmaya başladı. Hepsini okuması ve cevaplaması mümkün değildi. Hepsini sildi. Birkaç tane müşteri geldi ağabeyinin söylediği gibi isimlerini ve telefon numaralarını not alıp gönderdi. Öğleden sonra ağabeyi geldi. Bir süre sohbet ettiler. Yusuf, ağabeyine başka bir iş yoksa biraz erken çıkmak için izin istedi. Ceza evinde birlikte yattığı, içeride kendisine çok büyük iyilikleri dokunan Süleyman’a gitmek istiyordu. Yunus kardeşinin cebine miktar para koydu ve Yusuf teşekkür ederek dükkândan çıktı. Süleyman, aynı Yusuf gibi cinayetten girmişti, beş yaş büyüktü ve cezaevinden çıktıktan sonra irtibatı hiç koparmamışlardı. Hatta tahliye olurken ağabeyine bir yüzünde “YUNUS’’ diğer yüzünde “REİS’’ yazan boncuklardan yapılmış bir çakmak kılıfı, Hatice’nin kara kalemle çizilmiş portre resmini ve annesine yazdığı mektubu annesinin evine götürmesini rica etmişti. Süleyman’ın küçük bir kahvehanesi vardı. Yusuf’u görünce tezgâhın arkasından fırladı.

“Vay benim mapus arkadaşım.’’ deyip Yusuf’a koştu.

Birlikte sırtlarını sıvazlayarak sarıldılar. Birlikte masaya oturdular. Süleyman, çırağa iki çay getirmesini söyledikten sonra cezaevi günlerini andılar. Süleyman, çıktıktan sonra evlenmişti ama çocuğu yoktu. Beş vakit namaz kılıyordu artık.

“Benim suluyla işim hiç olmadı. Hep kuru çektim. Biliyorsun içeri bile sokturuyordum. Ama artık bir yerden sonra dur demek gerekiyor. Önceden tek başıma idim. Şimdi bir karım var. Sahi, Hatice nasıl?’’

Yusuf, o konudan muzdarip olduğunu belli etmemeye çalışarak;

“İyidir selamı var.’’ dedi.

‘’Bir gün gelin bizimkiyle tanışsınlar.’’

“İyi olur ya.’’

Kahveden ayrıldıktan sonra mahalleye döndü. En iyi arkadaşı Zafer’in marangoz dükkânına uğradı. Sağ olsun, onun da çok yardımları olmuştu. Yeri gelir para gönderir yeri gelir yiyecek veya giyecek gönderirdi. Zafer’in dükkânı evlerinin zemin katıydı. Aynı sarılma faslı Zafer’le de oldu. Zafer sürekli içtiği votka vişneden Yusuf’a da yapmak istedi ama Yusuf kabul etmedi. Biraz sohbetten sonra çocukluk arkadaşı olan Zafer’e içini kemiren soruyu sordu.

“Hatice’nin yanında hiç yabancı bir erkek gördün mü?’’

Zafer arkasına yaslanıp ciddi bir yüz ifadesiyle:

“Şüphelendiğin biri varsa hemen dökelim.’’dedi.

“Şüpheleniyorum demedim. Sadece sordum.’’

“Ne yalan söyleyeyim. Hiç görmedim.’’ dedi Zafer ellerini iki yana açıp başını sallayarak.

Yusuf, saatine baktı. Hatice’nin işten çıkış saati gelmişti. Yarım saat sonra evde olacaktı. 

Eve gittiğinde Hatice çoktan gelmişti. Mutfaktaydı ve yemek hazırlıyordu. Hiç muhabbet etmeden yemeklerini yedikten sonra bir süre televizyon izlediler. Hatice ağrıları olduğunu söyleyip yattı. Yusuf canı sıkılıp hava almaya çıktı. İki bira alıp sessiz bir köşeye çekilmeyi çok istiyordu. Zafer’i arayıp yanına gitti. Dükkânda çilingir sofrasını kurmuş demleniyor bir taraftan da cep telefonundan Gülden Karaböcek dinliyordu. Zafer bir çay bardağına rakı koydu. Yusuf’un bu ikrama engel olacak gücü yoktu. Bardakları tokuşturdular birer yudum aldılar. Yusuf’un yüzü ekşidi ama sonra anasonun yavaştan kanına nüfuz ettiğini hissetmeye başladı. Zeytinyağlı yaprak sarma konservesi, kavun ve peynir vardı. Yusuf, ağzına bir tane yaprak sarma attı. Üç bardaktan sonra artık çakır keyif olmuştu. Zafer, her ne kadar konuşturmaya çalışsa da Yusuf’un kafası başka yerdeydi ve işin içinden çıkamıyordu. En büyük zenginlik olduğu ileri sürülen özgürlük bile aldatılma hissine yenik düşüyor tadını çıkartamıyordu. Cezaevindeyken burnunda tütüp kavuşma hayalleri kurduğu onun da kendisini sabırla beklediğini sandığı karısının meğerse esaretini fırsat bilip başka kollara atıldığını düşündükçe kalbine çarpıntı saplanıyordu.

Zafer, bardağından son yudumu alıp sigarasını yarısında kül tablasına bastırdıktan sonra;

“Yürü, gidiyoruz.’’ dedi.

“Nereye?’’ diye sordu Yusuf.

“Yürü.’’

Gittikleri yer restoranında konsomatrislerin çalıştığı bir oteldi. Oturup otuz beşlik rakı açtırdılar. Meyve tabağı işletmenin ikramıydı. İçeride ki loş ortamda havada süzülen yoğun bir sigara dumanı vardı. Sahnede ki kadın şarkıcı İstanbul Sokakları şarkısını söylüyordu. Pistte gencinden yaşlısına kadar adamlar genç ve iç gıdıklayıcı kadınlarla dans ediyorlardı. Konsomatrisler sırayla masalarına gelip ellerini sıkarak “Hoş geldiniz.’’ dediler. Zafer, iki tanesini masalarına davet etti. Yusuf’un yanına oturan esmer kadının adı Şebnem’di ve Antalyalı idi. Üstünde ışıldayan bordo renkli, askısız, etek boyu çok kısa, straplez bir elbisesi vardı. Oturunca ortaya çıkan küçük göbeğini ayaktayken içine çektiği Yusuf’un gözünden kaçmadı. Tipik bir Akdeniz insanıydı. Konuşkan, cana yakın ve biraz da işinin gereği cilveliydi. Zafer, yanında ki zayıf, beyaz tenli ve sarışın kadının şimdiden bacaklarını ellemeye başlamıştı.

“Ne iş yapıyorsun bakalım?’’ diye sordu Şebnem.

“Uzun zamandır buralarda yoktum. Yeni geldim. Kendi işimi kurana kadar şimdilik abimle birlikte emlakçılık yapıyorum.’’ diye yalan attı Yusuf.

Zafer, yaklaşık yirmi dakikalık bir sohbetten sonra kadınlarla odaya çıkma konusunda anlaştı. Resepsiyona gidip ücreti -Zafer- ödedikten sonra her ikisi de farklı birer odaya yerleştiler. Yusuf, heyecanlıydı. İlk defa karısını aldatacaktı. Ama bunun için kendisini suçlu hissediyordu ama cezaevinden yeni çıkmıştı ve buna çok ihtiyacı vardı. Kendisinden on dakika sonra oda kapısı tıklandı. Yusuf, gidip kapıyı açtı. Karşısında ücretini önceden Zafer’in verdiği Şebnem vardı. Kendisine hınzırca gülümseyip ağzında ki sakızı abartılı bir şekilde çiğneyen kadını içeri davet etti. Şebnem, önce duşa girdi. Demek ki Yusuf’tan önce başka görüşmeleri de olmuştu. Vücuduna sardığı havluyla odaya girdiğinde Yusuf çoktan soyunmuştu ve yatakta uzanıp sigara içiyordu. Kadının üstünde ki havlunun vücudundan ayaklarına süzülüşünü ve sonrasın da ortaya çıkan manzarayı dudaklarını ısırarak izledi.

İki saat sonra kadın giyinip şifonyerde makyaj yaparken Yusuf dizlerinin bağı çözülmüş gibi hissediyordu. Çok rahatlamıştı. Uzandığı yerden kadının sırtına ve aynada yansıyan yüzüne bakıp bir sigara yaktı.

“Evli misin?’’diye sordu Şebnem.

“Evet, ama galiba karım beni aldatıyor.’’

Şebnem, yüzünü döndü.

“Gerçekten mi?’’diye sordu ciddi bir ses tonu ile.

“Şimdilik elimde bir kanıt yok. Ama öyle hissediyorum.’’

“Mademki kanıt istiyorsun o zaman sana yardımcı olayım. Takip programları var. Hem karının hem de kendi telefonuna yüklüyorsun. Karının numarasını kaydettikten sonra kendisine gelen aramalar ve mesajlar aynı zamanda sana geliyor.’’

Yusuf, uzandığı yerden yumruklarının üstünde doğruldu.

“Gerçekten mi? Böyle bir şey var mı?’’ diye sordu heyecanla.

Şebnem yerinden kalkarken;

“Elbette şekerim.’’

“Çok teşekkür ederim.’’

Kadının ayakkabılarını giyip kapıya yöneldi. Açmadan önce Yusuf’a dönüp;

“Bak canım bunca yıllık tecrübelerime dayanarak söylüyorum. Karının seni aldatıp aldatmadığını bilemem ama aldatıyorsa da bu senin çevrenden biridir. Taş uzaktan gelmez.’’ dedi ve iki parmağını öpüp Yusuf’a uzattıktan sonra odadan çıktı.

Yusuf kadının arkasından hiç pozisyonunu değiştirmeden öylece durup kapıya bakarak kadının verdiği fikrin haklılığını tasdik edercesine kaşlarını çatarak başını öne-arkaya yavaşça salladı.

Yusuf, uzun araştırma sonucu edindiği ve uyurken gizlice telefonuna kurduğu program sayesinde karısını takip etmeye başladıysa da hiçbir şey elde edemedi. Zaten bu süreçte Hatice ile arası düzelmeye başlamıştı. Hatta çocuk bile düşünmeye başlamışlardı. Yusuf, karısından şüphelendiği ve otelde konsomatris bir kadınla aldattığı için çok pişman oldu. Bir gece seviştikten sonra arkalarına yaslandılar ve Yusuf bir sigara yaktı.

“Niye bana karşı soğuktun?’’ diye sordu.

“Yıllarca bu yatakta beni sensiz bıraktığın için senden nefret etmeye başlamıştım artık. Yine de sabrettim. Emeklerimin boşa gitmemesi için hep içime attım. Kalbim ağladı ama yüzüm gülmeye çalıştı. Ama bir yerden sonra artık o da dayanamadı. Sende beni anla Yusuf.’’

Yusuf, elini karısının ensesinden omzuna atıp sarıldı.

“Artık hep birlikteyiz aşkım. O günler geride kaldı.’’ dedi gözünden iki damla yaş akarken.

Aradan üç gün geçti. Yusuf, dükkânda ağabeyi ile birlikte oturup sohbet ederken telefonuna mesaj geldi. Hatice’nin telefonuna yüklediği takip programın sayesinde kendisini arayanları, aranılanları, gelen-giden mesajları görebiliyordu. Hatta ortada artık bir ihanet söz konusu olmadığına kanaat getirdiği için programı silmeyi düşünürken gelen mesaj bir kova kaynar suyun başından aşağı dökülmesine neden oldu. Hikmet adında birinden Hatice’nin telefonuna gönderilen mesajda ‘’Seni çok özledim canım.’’yazıyordu. Hemen arkasından karısının gönderdiği mesaj ise “Ben de seni çok özledim canım.’’ şeklindeydi.

Arkasından sırasıyla gönderilen mesajlar şöyle idi:

“Günlerdir arayacağım bir türlü arayamadım. Nasılsın Fatma?’’

“Seni görürsem daha iyi olurum. Kocam işte. İşin yoksa gel. Rahat ederiz.’’

“Hemen geliyorum canım.’’

Artık ortada bir şüphe yoktu. Bu alenen bir aldatma olayı idi. Bir ürperti ile bütün vücudu titremeye başladı. Nefesi kesilir gibi oldu. Boğazı kupkuru olmuş, yutkunmakta zorlanıyordu. Etrafındaki bütün eşyalar hareket eder gibiydi. Kalbi sıkışıyordu. Başı külçe gibi ağırlaşmıştı. Soğuk terler dökmeye başladı. Kolluklara sıkıca tutunup ellerinden destek alarak ayağa kalktı. Şimdi her şey daha hızlı hareket ediyordu.

“Abi ben eve gidiyorum. İyi değilim.’’ dedi. Çenesi kilitlendiği için zorlukla konuşabildi.

Yunus yerinden kalkıp ayakta sendeleyen kardeşinin koluna girdi.

“Ne oldu koçum. Rengin bembeyaz oldu. İstersen hastaneye gidelim?’’

“Tansiyonum yükseldi. Evde biraz yatsam geçer.’’

“Seni eve bırakayım?’’

“Yok, sağ ol. Bir hava alırsam iyi gelecektir.’’

“Kendini daha kötü hissedersen bir yere otur hemen beni ara. Ben hemen gelip seni alırım.’’

“Tamam.’’

Yusuf, aklını kaçırmış gibiydi. Bir tane AVM’ye girip kendisine üstü tırtıklı bir bıçak aldı ve bir taksiye atlayarak doğru eve gitti. Bıçağı beline takıp sertçe kapıyı açarak evin içine daldı. Ama karşısında ki manzara karşısında şaşkınlığa uğradı. İçeride karısı Fatma ve ondan daha büyük olduğu belli olan bir kadın oturmuş ellerinde kahve fincanları ve gözlerinde korku dolu bakışlarla içeriye bir psikopat gibi dalan Yusuf’a bakıyorlardı. Yusuf hemen elini belinden çekti. Ne diyeceğini, ne yapacağını bilemiyordu.

“Hayrola Yusuf?’’dedi Fatma. ‘’İyi misin?’’

“İyiyim, şey… ben öyle… üstümü değiştirecektim.’’

“Biz de Hikmet ablayla oturuyorduk. Hikmet abla fabrikadan geçen sene ayrıldı. Bir türlü görüşemiyorduk. Bende eve davet ettim.’’

Yusuf, azgın dalgalarla boğuştuktan sonra kıyıya çıkmış biri gibi rahatlamış hissediyordu kendini. Alnında biriken terleri elinin tersiyle sildi. Bir kahkaha attı.

“Çok iyi yapmışın aşkım. Hoş gelmişin ablam. Siz hiç rahatsız olmayın, ben hemen üstümü değiştirip çıkacağım.’’

Yusuf, üstünde ki gömleği hızlıca değiştirip evden çıktıktan sonra arkasında korkunun yerini şaşkınlığa devrettiği gözlerle birbirlerine bakan iki kadın bıraktı.

Her ne kadar takip programını kaldırmak için birçok kez niyetlense de titreyen parmakları telefonda gerekli yerlere dokunamamıştı. Fakat geçen günkü olay artık programı kaldırması gerektiği göstermişti. Bu şekilde sürekli şüphe ederek yaşayamazdı. O şüphe ki çekilmiş bir silah gibidir. Ya kendini vurursun ya da başkasını. Bütün arkadaşlarını hatta Zafer dahil hepsini kafasındaki mahkemede yargılamış ve suçsuz olduklarına hükmetmişti. Önce kendi telefonundan sonra da gizlice kurduğu karısının telefonundan yine gizli bir şekilde kaldırmaya karar verdi. Hatice’ye çok büyük haksızlık yaptığı için kendini af ettirmeliydi. Hatice’nin hiçbir şeyden haberi olmadığı için bu gizli bir özür olacaktı. Ağabeyinden borç alıp kuyumcudan çok güzel beş taş alyans hediye alıp evlenme teklif ederken aldığı ucuz tek taş ile değiştirecekti. Bu fikir hoşuna gitti. Hatta güzel bir restoranda yemek yerken bunu yapacaktı. Hatice’nin kutuyu açarken ki heyecanlı yüzünü merak ediyordu. Hele açtıktan sora kim bilir ne kadar şaşıracaktı. Yusuf’un içini şimdiden bir heyecan kapladı. Programı kaldıracağı sırada elinde ki telefon çaldı. Arayan ağabeyi Yunus’tu.

“Buyur abi! Tamam, kilitleyip çıkıyorum.’’

Yusuf, etrafı toparlayıp kapıyı kilitledikten sonra içinde dükkânın olduğu pasajın girişine çıkıp tek yön olan trafiğin akışında ağabeyinin arabasını gözledi. Nihayet lüks Volvo araba pasaj önünde durunca Yusuf trafiği durdurmamak için koşarak arabaya atladı.

“Naber abi?’’dedi Yusuf.

“İyidir koçum. Şu televizyonu eve çıkarmama yardım etmen için aradım seni.’’

Yusuf arka koltukta duran yetmiş ekran plazmaya televizyona bakıp;

“Lafı olmaz abi.’’

Yusuf, ağabeyinin evine gideceklerini sanıyordu ama başka bir apartman önünde durdular. Televizyonu iki köşesinden tutup asansöre bindiler. İkinci katta indikten sonra çelik bir kapının önünde televizyonu yere indirdiler. Yunus, cebinden anahtar çıkartıp kapıyı açtı. Bir artı bir küçük bir evdi burası. Televizyonu birlikte duvara monte ettiler. Yusuf, işleri bitince dayanamayarak sordu.

“Abi burası neresi? Sen bana eve gideceğiz dedin.’’

“Anla işte be koçum. Bazen kaçak et kesmek için kullanıyorum. Sakın ağzından kaçırma.’’

Yusuf, çok şaşırdı. Doğrusu ağabeyinden böyle bir şey beklemezdi ama bu sırrı tutmak zorundaydı.

“Sen merak etme abi.’’ dedi.

Yusuf’un cebinde ki telefondan mesaj sesi geldi. Baktığında Hatice’nin attığı bir mesaj olduğunu gördü.

“Aşkım seni çok özledim. Ne olur bir kere göreyim seni. Şu katili tutmadılar içeride. Olan bize oldu.’’ yazıyordu.

Arkasından bir mesajda ağabeyine geldi. Yunus, mesajı okuyunca yüzünde bir gülümseme belirdi. Sonra cevap yazmaya başladı. Yusuf’un telefonuna tekrar bir mesaj geldi.

“Ben de seni çok özledim canım. İşten sonra evimize gel. Ben şu an ordayım. Senin enayiye televizyon taşıttım. Tekrar onu dükkâna götürüp eve gelirim.’’

Hatice’nin mesajlaştığı numara ağabeyine aitti. Gözlerini kırpıştırdı. Hayır, bu yazışmalar hayal değildi. Şu an ağzı açıktı ve öylece duruyordu. Yunus’a baktı. Kendisine alaycı bir gülümse ile bakıyordu. Yusuf’un telefonu çaldı. Arayan Hatice idi. Açıp yavaşça kulağına götürdü.

“Aşkım bu gece mesai var. Haberin olsun. Biraz geç kalacağım. Seni seviyorum.’’

“Kolay gelsin aşkım. Bende seni seviyorum.’’

Yusuf sesinde de kendisi gibi bir donukluk vardı. Çok büyük hayal kırıklığı yaşıyordu. Oteldeki kadının “Taş uzaktan gelmez.’’ lafını hatırladı ama bu kadar yakın olacağını hiç beklemezdi.

Yunus yatak odasına doğru yönelirken;

“Misafirim gelecek bugün. Şu yatak odasını toparlayayım. Sen rahatına bak.’’dedi.

“Tamam abi.’’ dedi Yusuf ağabeyinin arkasından bakarken.

Yusuf sesinde öfkenin verdiği sertlik ve keskinlik vardı. Amerikan mutfağa gidip tezgâhta ki bıçaklıktan ekmek bıçağını çekti ve arkasına saklayarak ağabeyinin peşinden soğukkanlı bir şekilde yatak odasına gitti. Yunus yatak çarşafını düzeltiyordu.

“Abi.’’ dedi.

Yunus her şeyden habersiz doğrulup arkasını dönünce Yusuf’un hissiz yüzü ile karşılaştı.

“Ne oldu koçum.’’

Yusuf sakin bir şekilde:

“Eyvallah.’’dedi ve arkasında sakladığı bıçağı ağabeyinin karnına sapladı.

Yatak odasındaki duvarlar, yatak kana boyandı. Yerde bir kırmızı renk bir göl oluştu. Yunus, tanınmaz bir haldeydi ve her tarafı kesik içinde yatakta yatıyordu. Bir bacağı yataktan sarkmıştı ve ayağı yere değiyordu. Yusuf soğukkanlılığını hiç kaybetmeden yavaş hareketlerle mutfağa gidip kanlı bıçağı lavaboya attı ve ellerini musluğun altına soktu. Mutfak dolaplarını karıştırınca bir kavanoz kahve buldu. Ocağın üstünden çaydanlık altını alıp musluktan su doldurdu. Sonra ısıtıp raftan aldığı bir fincana beş çay kaşığı kahve attı ve koltuğa geçip sakince Hatice’nin gelmesini bekledi.