Persona... Yeni tanıştığımız çeşitli bar yabancılarına, esnaflara, apartman dedikoducularına, taksicilere, otobüs insanlarına, sadece adı bilinen uzak akrabalara ve daha pek çok eylem karşısında pek çok insana taktığımız maske. Anı kurtarıyor. Rahat. Bazı koşullarda gerekli. Hatta benim gibi şüpheciyseniz ısrarla da yapılmalı. Fakat maskenin kendisinin mi imge yoksa her günkü yüzümüzün mü maske olduğu şüphesidir beni düşündüren. Çünkü hangisinin hangisini sakladığı belirsizdir. Maske sizi sakladığı gibi siz maskenin ardına da saklanıyor olabilirsiniz. Burada asıl mesele ve benim kafamı da hayli kurcalayan bizler personalarımızla ne kadar mutluyuz? Ya da bunu bir mutluluk kaynağı olarak görmek doğru mu?

Nedenini bilemediğimiz ruhsal yorgunluklarımız, ilgisizliklerimiz, bezginliklerimiz, açıklayamadığımız bazı korkularımız, kaygılarımız, takıntılarımız, aşırı reaksiyonlarımız, öfke patlamalarımız, ani duygusal iniş çıkışlarımız... Tüm bunlar kendi gölge yanımızla yüzleşmemenin veya onları reddetmenin ağır bedeli olabilir. Peki nedir bu gölge mevzusu?

Psikolojinin babalarından Carl G. Jung, kişiliğin karanlıkta kalan ve hor görülen yönüne gölgeli yönümüz der. Persona ise, dışarıya gösterdiğimiz cici kısmımızdır. Çocukluktan itibaren bize neyin iyi neyin kötü olduğuna dair pek çok şey öğretilir ve bu doğrultuda kabul edilemez olduğunu düşündüğümüz bazı yönlerimizi bastırırız. Oysa bu bastırdıklarımız da insanî doğamızın birer parçası değil midir? Bütün olabilmek için hem karanlık hem aydınlık yanlarımıza ihtiyaç yok mudur?

İşin ilginç yanı; sadece kötü yanlarımızı değil, kabullenmekte zorlandığımız iyi yanlarımızı da bastırıyor olmamız. Psikolog Robert Johnson 'Gölgene Sahip Çık' adlı kitabında bu durumu şöyle tanımlar: "İnsanlar, en karanlık yanlarından ne kadar korkarlarsa soyluluk kapasitelerinden de o kadar korkarlar. Kahramanlara tapma kapasitemiz katışıksız gölgedir. Bu durumda en iyi niteliklerimizi reddeder, bunları bir başkasının üzerine atarız. Anlaması zordur ama çoğu zaman soylu özelliklerimizi taşımayı reddeder, onların yerine ikame bir gölge buluruz." Bu noktada şuna da değinmeme izin verin lütfen. Gölge yönlerimize razı olmak, tamamen onun etkisi altında davranmak demek değildir. Onun orada olduğunu bilmek ve onun orada olmasına izin vermek demektir. İzin vermek derken; bu durumun davranışlarımızı etkilemesinden söz etmiyorum. Aksine izin vermedikçe davranışlarımızı daha çok etkileyecektir. Onun orada olduğunu bilmek, onu sağlıklı bir şekilde ifade edebilmek için tepki vermemizi mümkün kılar.

Peki gölge yönlerimizi nasıl fark edebiliriz? Elbette bu çok kolay bir iş değil fakat kendi kendimize yapabileceğimiz bazı yollarla bu mümkün. Gölgelerimizi fark edebilmek için öncelikle gölgemizi yansıttığımız yöne bakabiliriz. Bunun için diğer insanların tabiri caizse sizi 'gıcık eden' yönlerine veya aşırı hayranlık duyduğunuz ve idolleştirdiğiniz kişilere bir bakın. Bunlar gizli ipuçlarıdır. Çünkü; başka insanlar, bizim yüzleşmekten çekindiğimiz yönleri bize gösteren aynalardır. Mevlana'nın da dediği gibi "İnsan insanın aynasıdır."

Özetle dostlar iyisiyle kötüsüyle kendimizi bir bütün olarak kabul ettiğimiz vakit iyileşme başlayacak.

O hep aradığımız derman belki de aslında hic tahmin etmediğimiz bir yerde. Bastırdığımız kendi benliğimizde.

Gölgelerinizi kucaklamanız dileğiyle...