Her saniyenin yirmi bir gramlık ruha verdiği bir sancı eşliğinde durmadan pişman olmak ya da olmaya çalışmak mı? Böyle bir paradoks... Hangimiz kendimizdi; yüzleşmeye cesaret edip görmek iste(me)diğimiz o kişi mi, yoksa saklayıp bir sonraki evrenin özgürlüğüne bıraktığımız o kişi mi?
İşin özü binlerce kendiliğimizden mahrum kalarak ölümü beklemek mı, yoksa hesaplaşarak
samimiyetimizi anlamak mı? Belki de ömrümüz uzadıkça ve hep uzadıkça, asla kendililiklerin tükenmeyeceği ve kendini anlayamayacağın kişi için gerçekten en iyisi kurcalamadan ölümü mü beklemek?
Eğer bir yaşantı daha varsa buna değebilecek, sonuçta ölüme kaç saat kaldı ki?
Yoksa bir yığın ruhla "öylesine" geçersiz ve geçmiş olacağız.