Benim adım Yüzük. Sizlere göre yaşlıyım çünkü bir tarihi eser değerinde görülüyorum. Anlayacağınız çok eskiden geliyorum. Şekil olarak kadınların kullanılacağı bir şekilde üretildim. Bu yüzden birçok kadın gördüm. Ben de istemezdim bir aksesuarda bile ayırt etmek bir şeyleri ama buna karar veren ben değil sizdiniz.

Çoğu insanın yapamadığını yaparak insanları hatta kadınları çok mutlu ettim. Onlar da beni taktı. Sizi pek takan olmuyor biliyorum. Bu yüzden midir bilmem ama size göre daha değerliyim. Sizin için de değerliyim. Maddi açıdan baktığında zaten bir zenginin sahip olacağı bir şey iken şimdi tarihi eser gözünde gördükleri için daha da değer kazandım. Manevi değerimin ise tarifi yok çünkü beni görünce mutsuz olan bir kadın görmedim. Tek sorunum vardı bazen o kadınların ölüm anlarını hissettikçe belki beni takmasa olmayacaktı diye düşündüm. Bu yüzden üzgünüm ama mutlulukları da gözümün önünden gitmiyor.

Bir kadına ilk çocuğu olduğu için eşi tarafından hediye edilmiştim. Hapishaneden zengin bir beyefendi çıkarmıştı beni. Bazen insanların da bizden farkı yok diye düşünüyorum çünkü insanlar da hapishaneden para karşılığı çıkıyor. Neyse işte bir kadının ömründeki ilk hediyesi olmuştum. Onun mutluluğunu gördükçe ben daha da çok mutlu olmuştum. Onun için çok değerliydim, bu yüzden o olmasa bile benim hep olmamı isterdi. Oğluna vasiyet etmişti “Sen doğduğunda geldi bu yüzük, seninle gitsin oğlum.” dedi. “Ben ölürsem bu yüzüğü eşine ver.” demişti. O zamanlar sizin dünyanızda yeni olduğum için pek anlamamıştım.

Bir gece üşümeye başladım normalde üşümemem gereken bir geceydi. Sabah çığlıklar, ağlamalar duyuyordum. O gün anlamıştım ölümü, ölümün nasıl soğuk bir şey olduğunu. Ondan sonra bir süre bir kutuda kaldım. Bir gün beni kutudan çıkarmıştı bahsettiğim adam ve sonunda nefes alabilmiştim.

Münevver isminde bir kadına verdi beni. Yeni adresim belliydi. Çok gençti Münevver belki beni bile taşıyamayacak kadar genç. Beni görünce çok mutlu olmuştu ama anlatamam ben o mutluluğunu. Ben onun için "yuva kurmak" anlamına geliyordum. Yuva kurmak ve güzel çocuklar yetiştirmek Münevver'in hayaliydi. Ben hayallerinin gerçekleşeceğini gösteriyordum. Bu yüzden beni başka sevmişti.

Yuva da kurulmuştu, çocukları da olmuştu. Münevver'in iki kızı olmuştu. Her ikisi de birbirinden daha güzel gülebilen kızlardı. Şule, yani Münevver'in büyük kızı, beni çok severdi. Küçük kızı Pınar'ın ise sevmekten de öte aşırı bir ilgisi vardı bana hatta büyük geldiğim o parmaklarına takmaya çalışırdı beni. Bu yüzden yere çok düşürmüştü beni ama kıyamazdı bana ve hemen başımdan okşayarak temizlerdi beni. Yeni adresim Pınar olacak diye tahmin ediyordum.

Bir gün yine bir soğukluk hissettim ve galiba Pınar'a gitme vakti geldi, dedim. Artık anlıyordum o üşümeyi. Bu kez farklı bir şey vardı ama pis kokuyordu burası. Sonradan fark ettim, çöp konteynerinde olduğum için kokuyordu burası. Pınar'a gitmek hayal oldu galiba, dedim. Sonra birileri aydınlattı orayı ve oraya nasıl geldiğimin farkına vardım. O an beni atmış olmalarını çok istedim. Çok istedim ama Münevver'le beraberdik ve Münevver...

Beklediğimin tersine olmuştu büyük olduğu için galiba Şule almıştı beni.

Şule idealleri ve geleceği uğruna hem çalışıp hem okuyarak yaşamaya çalışıyordu. Bir yandan da kardeşi Pınar'a annelik edecekti artık. Şule, hayat mücadelesi verirken yirmi kat yüksek bir binaya iş görüşmesi için gitmişti. Bir iş sahibi olayım, para kazanayım ve kimseye ne ben ne de kardeşim boyun eğmesin diye gitmişti. Hiçbir şey aklındaki gibi olmadı. Daha önce haberlerde görerek tiksinerek baktığı iki tip vardı karşısında. Kaçıp kurtulmayı istedi ama olmadı. Şule, "Yapmayın!" diye bağırıyordu. Bağırırken attılar bizi aşağıya. İnsanlar saatlerce başımızda bekledi. Şule, hareket etmiyordu. Üşümeye başlamıştım yine ve bu üşümenin betonun soğukluğundan olmasını çok istedim. İntihar etti, dediler. İnkar ettim ama duyuramadım.

Pınar almıştı beni, içi yanıyordu bunca olan şeyden sonra. Tüm bunlara rağmen hepinizden de güzel gülüyordu. Ablası gibi idealleri, annesi gibi hayalleri olan biriydi. Ben de emanet gibiydim onun için ama bir yandan da beni taktığı an her kadın gibi başka hissetmeye başlıyordu. Bir gün onunla da ayrılacaktık. Yine üşürsem diye çok korkuyordum. Korktuğum da başıma geliyordu galiba. Yüksek sesli tartışmalar sonucunda soğukluk başlamıştı ve karşımda bir cani vardı. Yine üşüyordum. Pınar'ı boğmuştu ve beni Pınar'dan ayırmıştı. Buna rağmen her şeyi gördüm. Pınar'ın cansız bedenini yaktı o cani. Yetmedi, üzerine beton dökerek yok etti. Beni almasaydı keşke o pis ellerine ama benim buna gücüm yoktu. Sattı beni bir kuyumcuya cezasında indirim yaptıracak bir fiyata.

Aslında satılan bir yüzük değildi. Aşk, sevgi, mutluluk, huzur, hoşgörü, saygı, edep, yani her şey satılmıştı. Evet, siz sattınız bunları. Münevver, Şule, Pınar ve daha niceleri hepsinin tek isteği vardı. Mutlu olmak istemişlerdi. Yüzük takıldığında mutlu olan insanlar artık yüzük takıldığında korkmaya başladı. Yüzüğün takılması mıydı sorun yoksa siz miydiniz?

Beni suçlamayın artık! Çıkarın bu hapishaneden! Benim gibi niceleri var burada, benim gördüklerimden kötülerini görenler var.

Dedim ya, sizden daha değerliyim diye. Bakın işte insan canı bu kadar ucuzken ben hapishaneden suçlu çıkartacak kadar değer gördüm. Şimdi ben mi suçluyum yoksa beni değerli yapan sizler mi?

Siz insanlarla bazen farkımız yok gibi demiştim ya, bu durumda da yoktu. Tüm bunlar olup biterken sesimi çıkaramadan sadece izledim, sizin gibi. Yetmez gibi hepsi olduktan sonra sesimi açtı birisi ve konuşturuyor beni. Onun da sizden farkı yok!