Yüzüm... Kusurlu bir yüzüm var. Alnım fazla açık mesela. Babama çekmişim. Üzerinde de iki tane çukur var hatta. 6 yaşımda suçiçeği çıkardığımda annemin "Kaşıma, yoksa iz kalacak." sözlerini dinlemediğim için her sabah aynada görmek zorunda kalıyorum onları. Anneme göre kız çocuğunun yüzünde iz olmamalıydı fakat ne yazık ki sahip olduğu tek kız çocuğunun fazla kusurlu bir yüzü var.


Biraz aşağı inince dudağımın sağ üst köşesinde yine bir çocukluk anım var. Masum bir dikiş izi. Yine hatırlamadığım yaşlarda anneannemin balkonunda çamaşır ipine asılmam sonucu oluşan bir hatıra kendisi. Hatırlıyorum da acısından çok, pansumanlıyken aynada kendime baktığımda, çirkin kalacağım diye üzülürdüm.


Sağ yanağımda ise garip bir şekilde hafif belirgin ama uzunca bir makas izi var. Ama sanırım en sevdiğim iz bu. Garip bir şekilde anısı hep beni mutlu eder. Kış mevsimiydi. Annemle babam oturma odasında televizyon izlerken, abimin ve benim odada ders çalıştığımızı sanıyorlardı. Biz ise çocukluğumun en güzel anılarından olan savaş oyunlarımızı oynuyorduk. O Herkül, ben ise Zeyna. Onun elinde makas, bende ise masa örtüsü. Adaletli bir paylaşım. Kime göstersem bu izi ya da aynaya baktığımda ne zaman dikkatimi çekse hep gülümserim. Bazen diyorum ki keşke sadece bu izlerle kalsaydı yüzüm. Açık alnımla, seyrek kaşlarımla, büyük yanaklarımla, çarpık gülümsememle...


Yüzüm... Bazen açık bir kitap gibi. Ne varsa içinde, gösteren açık bir kitap... Okunmak istenmediğinde bile, gözü takılınca ne olduğu anlaşılan bir kitap. Utancını, hüznünü, kıskançlığını, mutluluğunu, hevesini, hayal kırıklığını saklayamayan bir kitap. Bazense yalancı bir palyaço. İşte, işte en çok burada ihanet ediyor yüzüm bana. Kendimden bir parça olan yüzümden nefret ediyorum o zaman. Ne zaman ben buradayım diye bağırmak istersem, ne zaman görünmek istersem, ölüyorum desem; işte o zaman yüzünde kocaman gülümsemeyle etrafına neşe saçan bir yüz hâline geliyor. Gülücükler içinde boğulan bir palyaço...