Geçen işte uyandım ben, kalktım dedim bi’ elimi yüzümü yıkayayım. Lavaboya girdim aynaya bir baktım böyle salak saçma yerlerde sivilceler çıkmış, nasıl canım sıkıldı nasıl canım sıkıldı... Neyse odama döndüm, bir baktım telefonum çalıyor. Şimdi benim adını verme konusunda sakıncaları olan bir arkadaşım var Ahmet diye, baktım o arıyor. Allah allah dedim, neden arıyor acaba bu saatte? Bir hışımla telefonu açtım, n’oldu dememe kalmadan “Kanka acil bizim eve gel, hayat memat meselesi ya.” dedi. “Tamam hemen geliyorum.” deyip telefonu kapattım. Kahvaltımı bile yapmadan hızlıca üstümü giyinip alet çantamı aldım, çünkü biliyorsun hayat memat meselesi. Evin dış kapısına yönelirken anneme “Ben çıkıyorum.” diye seslendim. Annem mutfaktan “Dur bakayım.” diyerek geldi. Doğal olarak ya içimde atletimin olup olmadığını ya da nereye gittiğimi sormasını bekliyordum fakat karşıma geçip yüzüme baktığında böyle abartılı, şaşkın, soğuk, keskin, yargılayıcı, kınayıcı, cüretkar, mertçe bir tavırla “Yüzüne bıkkın bir burukluk hâkim.” dedi. Ardından aynaya baktım ama suratımda bir şey yoktu, sabah sıktığım sivilcenin izi de bu kadar tepkiye sebep olmazdı herhalde. Bir süre kimse bir şey demeyince “İçime atlet giydim.” dedim, bir tepki yoktu. Ardından “Ahmetlere gidiyorum.” dedim. Bir dakika civarı bakıştıktan sonra arkasını dönüp tek kelime bile etmeden mutfağa geri yürüdü. Neydi, nasıl bir şeydi bu bıkkın burukluk ve neden benim yüzüme hâkimdi? Hâkimiyet kuracak başka yer bulamamış mıydı? Bu duruma hiç anlam verememiştim ama bir yandan da ayakkabımı giymeye başlamıştım, zira arkadaşımın başı çok büyük dertte olabilirdi. Biliyorsun işte hayat memat meselesi falan. Çıktım dışarı başladım yürümeye, zaten evimizin arasında çok yok beş dakikalık yol. Yine de sokakta pek çok insan vardı; herhalde insanlardı yani, pek insanlardı. Hepsi suratıma garip garip bakıyordu yanımdan geçerken, ne vardı ya suratımda bu kadar abartılacak! Artık bende kesinlikle anlayamadığım bir anormallik olduğunu fark etmiştim fakat yanımdan tiksinerek geçenler de pek iyi sayılmazlardı.

      “Burada geçenler dememin yani adlaşmış sıfat fiil kullanmamın sebebi bahsettiğim varlıkların insan olup olmadığından emin olamamam. Ama şöyle düşündüm; ne söylemem gerektiğinden emin değilim fakat ya insanlar diyeceğim ya da canlılar, kişiler, yaratıklar vs. ne olursa olsun geçenler desem bunlarla uyumlu olacak. Emin olmamamın getirdiği istek ve geçenler kelimesinin geçen insanlar, canlılar, kişiler, yaratıklar vs. kelimelerinin yerini tutması gerçeği beni bu adlaşmış sıfat fiili kullanmaya itti.“

Aralarında rögar kapağından yüzü olan mı dersin kolunda kol yerine İngiliz anahtarı olan mı dersin, böyle her türde insanlar, canlılar, kişiler, yaratıklar vs. vardı yani. Bana böyle bakarlarken hiç kendilerine bakmıyorlar mıydı diye düşünmeden edemedim o an. Neyse işte sonunda Ahmet’in evine vardım, dış kapıyı açtı merdivenleri çıktım falan. Adam beni kapının önünde bekliyormuş, beni görünce bir anda şok oldu, suratı kaskatı kesildi ve elindeki alet çantasını yere düşürdü. Onun da zaten alet çantasının olduğunu gördüğümde kendiminkini kapının kenarına bıraktım ve ortada nasıl alet çantası gerektirecek bir mesele olduğunu anladığım için kendimle de biraz gurur duydum. Onu bir anda kaskatı kestirecek, hayat memat meselesinin içindeyken onu bu şekilde duraklatabilecek ne olmuş olabilirdi ya bir anda? “Ne oldu?” diye sordum. Biraz durdu böyle, ardından kendinden çok kararlı bir şekilde “Yüzüne bıkkın bir burukluk hâkim.” dedi. Hemen koşup tekrar aynaya baktım ve işte tam o zaman anladım neden şu bıkkın burukluğun yüzüme hakim olduğunu. Neden bunca olayın yaşandığına o zaman anlam verebildim. Önceden çok abartılı gelmişti insanların bu tepkileri ama tabii suratımı öyle, o halde bir an görünce... Anladım.


Bu metnin sözleriyle bir müzik yaptım, eğer merak ederseniz bakabilirsiniz: https://youtu.be/mL4etTIqMig