Yüzüme bakmaya kıyamıyorum sen gittiğinden beri. Solgun ruhumun, güneş gibi parıldamasına karşı koyuyorum epeydir. Öyle kötümser yaklaşma bedenime. Kuruyup gitmeye yüz tuttum zaten, sorma hiç. Aslında ben de böyle olacağını tahmin etmemiştim. Zamansal olgunun en münferit tarafı, yalnızca kendimiz tarafından algılanıyor olması sanırım. Zaten herkes kendi hayatının başrolü olur hep, sıkma canını. "Bir şeylerin ekseriyetle sürdürülmesi, verdiğimiz değerin orantısal tutarlılığı ile örtüşür" demiştin, vakitlice bir zaman önce. Haklıymışsın, yine yanılmadın. Duygu selinin kopma noktasında, son kez bakıştık senle. Nerden bilebilirdik, koca karlı dağların, aramızda bir uçurum kadar derin ve sonsuz yüksekliğe ereceğini. Bir nedeni yok demekten vazgeç artık. Ben uzunca bir vakittir öyle yapıyorum ama seni de biliyorum; neleri yapabileceğini, nelerden vazgeçebileceğini, kaderin apansız ortaya serpiştirdiği tohumları ne denli kabul edeceğini, her şeyini biliyorum. Bunun artık bir denemeden çıkıp, saçma sapan bir şeye dönüştüğünü ve kuluçkaya yatmış, sürüncemede ilerlediğini de biliyorum. Bir çok şey için olsun demek geliyor artık elimden yalnızca. Adagio for Bassoon dinliyorum, geriye bir iz bırakabilmek için belki. Annemin son çalıştığı gazateden arakladığı kupa bardaklarla, flulaşmış çayımı yudumluyorum. Sigara konusunda söz vermiştim sana, tutamadım sözümü. Zaten verdiğim sözlerden, onlara yüklediğim gereksiz çabalardan, boşa geçirilmiş sayısız istikrarlı adımdan ve en çok kendimden epey yoruldum. Bunu dile getirebilmek en basit olanı, haklısın zaten itirazım yok. Zor olandan kaçarcasına adımlarla bu kez gerçekten uzaklaşıyorum. Onlara bir adım dahi yaklaşsam, başarabileceğime olan inancından sayısız kez özür diliyorum. Seni, yani kendimi, kendimle olan savaşımda yalnız bıraktığım için özür diliyorum. Artık geriye benden kendim kalmadı. Ben, artık şuurunu yitirdi.