Zahidem...
Aydınlığın anlamı yoksun,
Mumlar söndüğünde.
Anlamsızlaştım ben de zaten bu aralar,
Bayağı bayağı,
Fetih Paşa'daki o yokuş gibi
Dikleştim yıllarca kendimle.
Sonra hafifleşen güdük müsveddelerin arasında,
Bir sigara yakıp daldım uzaklara.
Ayazlık şairiydim ben,
İzmaritlerde şiir yattığını bilir miydin mesela?
Ah! Sonra sevginiz vardı dimi kalplerinizde?
Şu gururlu, hazin, hodbin sevginiz.
Diye eklerdim gecenin dördünde,
Anma nöbetlerime.
Güzel kadınların tebessümünü,
Şair kılıklı erkeklerin ilhamını kirletirken,
Varoluşsallık.
Yağmura ihtiram,
Fırtınaya korku türetirdi.
Sarılınca geçecek yaralara,
Cerahat eyler,
Bir atın çiftesini anımsatırdı.
Sobasızlık...
Bu son yazışmamız eskisizim.
Hem, Zahide hanım da korkuyor.
Ürkekleşince tıpkı bir çoçuk gibi.
Ağlamaklı olup,
Parmaklarımı kıstırıveriyorum kapı arasına,
Usulca kış gelirken, tepelerden.
İzmarit toplulukları mecmualaşır,
Kar, kış demeden seni söylerdi.
Aynı telden,
Aynı sesten.
İşte o anda,
Aydınlık anlamsızlaştı.
Mumlar söndü.
Zahidem!