Adam, kafayı saatlere takmıştı. Çünkü saatler ona müebbet hapis cezasını hatırlatıyordu. On yedi sene önce bugün, kendini öldürmeye çalışan bir adamı yanlışlıkla öldürmüştü. Ama adam gerçekten ölmüştü. Allah'tan başka şahidi olmadığı için müebbet hapis cezası vermişlerdi. Kendini savunmamıştı bile mahkemede. Aslında yaptığı meşru müdafaaya giriyordu. Bir adam öldürmüştü ve bunun cezası çekecekti.
Yatağından kalktığında o günün bugün olduğunu anladı. Boş gözlerle etrafa baktı. Tek başına hücrede kalıyordu. Her zamanki gibi eline ucu sivri demiri aldı ve duvardaki boş yere bir çizik daha attı. Duvara attığı her çizik hayallerinin silinmesi neden oluyordu. Dokuz sene önce bu demirle intihar etmeyi düşünmüştü. Kolundaki saat dokuzu kırk beş geçiyordu. Her gün yaptığı "zamanın durup durmadığını test etme" çabasını tekrar yapıyordu. İçinden altmışa kadar saydı ve tekrar baktı saate. Dokuz kırk altı olmuştu. Tekrar saydı. Dokuz kırk yedi. Tekrar saydı. Yavaş yavaş terliyordu. Dokuz kırk sekiz olmuştu. ''Kahrolası zaman yine akıp gidiyor.'' dedi sinirlenerek. Tekrar saydı. Hala dokuz kırk sekizdi saat. Üstelik söylendiği göze alınacak olursa durmuş olabilirdi zaman. Saatin tıklaması da gitmişti. Yüzünde beliren kırışıklıklara aldırmadan özensiz bir gülümseme attı. Ardında şiddetli kahkaha attığında hapishane duvarlarında acı bir şekilde yankılandı. Kolundan çıkartıp duvara fırlattı saati. Sertçe çarpıp yere düştü ve tıklamaya devam etti. Sadece saat durmuştu. Adamın gülümsemesi kuş olup uçtu.
Deli olduğunu saklamıyordu. Bir gün zamanı yenecekti. Buna, ölümün geleceği gün gibi inanıyordu. Bir adam öldürmüştü ve cezasını çekecekti. Bundan kuşkusu yoktu. Hatta özgür olmak da istemiyordu. İstediği sadece ona yaftalanan zaman ekini ortadan kaldırmaktı. Zamanı yenerse müebbet cezası da zamanın içinde olduğu için o da ortadan kalkar, rahatça cezasını çekebilirdi. Kendini zamana hapsolmuş gibi hissediyordu. Bütün savaşı bu yüzdendi. Zamanın bileklerine geçirdiği müebbet hapislik dilimini söküp atmak istiyordu. İşte asıl o zaman ölene kadar hapis yatabilirdi.
İç sesi bir gün ''Aynı şey ikisi de.'' demişti. ''Ha ölene kadar hapis yatmak ha müebbet hapis cezası çekmek.''
''Hayır,'' demişti adam. ''Zamana hapsolmak daha zor bir şey. Hayır, ikisi aynı şey olamaz. Ben bir adam öldürdüm. Bu yüzden mahkûm olmam gerekiyor. Ama beni zaman mahkûmu yaptılar. Ben zaman mahkûmu değilim. Ben bir katilim ama zamana mahkûm edildim. Ben vicdan azabımı sadece adam öldürdüğüm için çekmek istiyorum.''
Adamın kahkahası diğer mahkumları çıldırtmıştı. Hepsi bağırmaya başladı çok geçmeden. Ayak sesleri birbirine karıştı. Gardiyan kapıya doğru yanaşıp mazgalı açtı. Adamı kontrol etmek istemişti. Kısa boylu gardiyan diğerlerinden farklıydı. Göz çukurları morarmış ve saçları dağınıktı. Gardiyanın neden bu kadar pasaklı olduğunu anlamıyordu. Hapishane kuralları vardı, onun için geçerli değildi. Aynı zamanda gardiyan da aynı kendisi gibi deliydi. Bunu biliyordu. Kapıya hızlıca yürüyüp ''Neden benimle konuşmuyorsun?'' dedi gardiyana. ''Konuşmaya ihtiyacım var. Sen de bilirsin ki burada kendimle konuşmaktan yoruldum.'' Gardiyan tek gözünü kısıp baktı adama. Adamın tek arkadaşı oydu.
"Ben nereden bileyim? Mahkum olan sensin.'' dedi gardiyan. Sırıtışı korkunçtu.
''Hey,'' dedi adam. ''İkimiz de deliyiz ama sen dışarıda ben içerideyim. Neden?'' Tekrar tek gözünü kıstı gardiyan. Her cevap verişinde düşünmesi gerekiyordu.
''Ben bu işi parayla yapıyorum.'' dedi gardiyan, tekrar sırıtışını yenileyerek. ''Sen ise bedavaya delirdin.'' Arkasını dönüp yürümeye başladı.
''Hey,'' diye tekrar bağırdı arkasından adam. ''Deliliği parayla yapmak ahmakça.'' Gardiyanın uzaktan bile sırıtışı duyuluyordu. Gardiyanla bazen çok iyi muhabbet edebiliyordu. Bazen ise çok ters oluyordu.
Küçük penceresinden dışarı bakınca uçsuz bucaksız deniz gözüküyordu. Mahkumların özgür olma düşüncesi onun için geçerli değildi ne de olsa. Basit bir denizdi işte. Anlam çıkarması gerekmiyordu. Kuşlar hala uçuyordu. Daha hapis cezası almadan da uçuyorlardı. Hapis bazı insanları şair edebiliyor olsa bile onu deli etmişti. Duvardaki çizikler çok fazlalaşmıştı. ''On yedi yıllık çizik.'' diye geçirdi aklından. Mimarların dört duvarı nasıl bu kadar kasvetli yaptığını anlamıyordu. Boğuyordu bu duvarlar onu. Bilerek yaptıklarından emindi. Geceleri daha küçülüyordu odası.
Yatağın üstünde küçük bir raf duvara özensizce takılmıştı. Birkaç kitap, zamanı biraz da olsa unutmasına neden oluyordu. Eline Don Kişot kitabını aldı. Saati yirmi iki kırk dördü gösteriyordu. Her gün bu saatte kitabı okumaya başlıyordu. Don Kişot'un azmine hayrandı. O da kendisi gibi deliydi. Yatağına uzanıp okumaya başladığında gece onu içine çekti.
Rüyasında ata binmiş olduğunu gördü. Üstünde zırh, elinde mızrak vardı. Sırtındaki siyah pelerini rüzgâr, sırtına yapıştırıyordu. Yanında gardiyan ona eşlik ediyordu. Katıra binmişti. Kafasında küçük kukuleta vardı. Onun çırağı görevini üstlenmişti. Adam, ne yapacağını biliyormuş edasıyla uzakları süzüyordu. Sonsuz bir çimenlik uzanıyordu önünde. Güneş en tepede duruyordu. Sıcak rüzgar atları huzursuz etti.
''Hazır mısın?'' dedi katıra binmiş gardiyana dönerek. Gözünü kısıp uzaklara baktı gardiyan.
''Evet.'' dedi. ''Başlayalım.''
Atı son sürat koşturmaya başladı adam. Elindeki mızrağı ileri uzatmıştı. Gardiyanın azıcık arkada kalmış olmasına aldırmadan koşturmaya devam ediyordu atını. Zırhından içeri sıcak rüzgarlar giriyor, yer yer huylandırıyordu.
Önüne koskoca bir saat çıktı. Akrep ve yelkovanıyla eksiksiz bir saat… Devasaydı. Atını durdurdu ve saati süzdü biraz. Zamanı yenebilirdi. Gardiyan yetişti ona katırıyla beraber. Atı hafif huysuzlandı saati görünce. Mızrağını saate doğru kaldırdı. Bir başkaldırıştı bu zamana karşı.
Atın yavaş hareketleri zırhı gıcırdatıyordu. Adamın tek hedefi zamanı yenmekti. Koşturmaya başladı atını mızrağı ileri uzatarak. Saate yaklaştığında ilk darbeyi saat vurdu. Adamı bir köşeye fırlattı. Atı ölmüştü. Adam yaya olarak tekrar hücuma geçti. Tekrar yenilgiye uğradı. Defalarca denedi. Saatin her vuruşunda daha da yaşlanıyordu adam. Her vuruşta vücudu daha da güçsüzleşiyordu. Gardiyanın mağlup olduğunu gördü. Adam yavaş da olsa denemeyi bırakmadı. En sonunda mızrağı kırıldı ve kaldı olduğu yerde.
Yatağından terleyerek uyandı adam. Her yeri ağrıyordu. Korku ve şaşkınlık arası hal değişimi geçirdi yüzü. Saatine baktı. Saat yedi yirmi sekizdi. Bu sefer saatin durup durmadığını kontrol etmedi. Rüyanın şaşkınlığıyla kendine gelememişti hala.
Gardiyan gelip kahvaltısını bıraktı. Başka gardiyandı bu seferki. Adamla hiç muhatap olmadan gitti. Kahvaltı yapıp kendine gelmeyi bekledi. Kahvaltı yaptığı çanağa ilk kez dikkatli bakınca ayna görevi üstlenip kendini gördü. Adam uzun zamandır kendine bakmamıştı. Saçları beyazlamıştı. Yüzünde yer yer kırışıklıklar meydana gelmişti. Adam kafayı zamana takmaktan yaşlandığını anlamamıştı. Kendini görünce tanıyamadı bile. Üstelik yansıması kısa boylu gardiyana benziyordu. Benzemekle kalmıyor, aynısıydı gardiyanın.
Fatıma Yeşim
2020-08-30T22:08:47+03:00öykünün girişi konusunda ben de ilayda'nın yorumuna katılıyorum. orada bi yerde insan okumayı bırakabilir ve gerisini hiçbi zaman bilemez. müebbet kelimesi üzerinden yaptığınız oyunu, don kişot bölümünü sevdim. dil üzerinde çalışılması gerekiyor diye düşünüyorum. tekrarlayan kelimeler, anlam düşüklükleri vardı. bir de hikayenin vardığı sonucu, hikayenin kendisine göre yine basit buldum. daha güçlü bi vuruş isterdi bu öykü.
genel olarak bence gelişmeye açık ve güzel. dediğim gibi, imgeleri çok sevdim.
Yusuf Can Çakır
2020-08-29T13:13:30+03:00teşekkür ederim