Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde gibi masala giriş cümlelerinin çoktan unutulduğu bir zamanda herkesten çok uzakta kendi halinde yaşayan insanlardan oluşan bir ülke varmış.


Bu ülkedeki insanların, kendileri için en uygun kararları vereceğine koşulsuz şartsız inandıkları liderleri, kendileri için ölümden sonraki hayata en iyi koşulları hazırladığına inandıkları din adamları, kendileri için en kesin ve en doğru tarih bilgilerini hazırladıklarına inandıkları tarih profesörleri, kendileri için en iyi eğitim koşullarını sağlayacağına inandıkları eğitim bakanları, kendilerini dünyanın geri kalanının tehditlerinden en iyi şekilde koruyacağına inandıkları komutanları, kendileri için en iyi içerikleri sunan televizyon kanalları varmış.


Bu ülkede her olgu o kadar tartışmasızmış ki akşam ne yiyeceklerini düşünen aileler bile yokmuş. Turuncu portakallar bile hep aynı turuncuymuş, hiç biraz daha açık bir renk turuncu portakallar değillermiş. Her insan aynı renk tende, herkes aynı düşüncede, herkes aynına inanır, herkes aynını yapar, kimse bu neden böyle, demezmiş. Bu yeknesak düzen o kadar çok uzun süreden beri devam ediyormuş ki ülkenin en yaşlıları dahi bir önceki devirde neyin nasıl olduğunu hatırına getiremiyormuş.


Her şey böyle bir rutin içerisinde sürüp giderken günlerden bir gün bir bilim insanı çıkmış ve yıllardan beri üstüne çalıştığı projesinin sonuç verdiğini ve tek kullanıma mahsus olsa bile bir zaman makinesi icat ettiğini açıklamış.

Daha önce hiç tanımadıkları, haber almaya alışık olmadıkları bir kaynaktan gelen haber halk ve onları yöneten insanlar tarafından büyük şaşkınlıkla karşılanmış. Daha sonra ise bir anda otoritenin yarattıkları düzeni, kendilerine ve yakın çevrelerine sağladığı peşkeşi kaybetme korkusu duyacağı kadar garip şeyler olmaya başlamış.


Ülkedeki bütün portakallar aynı tondaki turunculuğundan uzaklaşıp farklı tonlar almaya, insanların ten renkleri bile farklı renkler almaya başlamış.

 

Aslında her şeyin, herkesin düşündükleri gibi olmayabileceğinin farkına varan insanlar kendi aralarında bölünmeye başlamışlar. Önce bir grup insan bu tek kullanımlık zaman makinesi ile bugüne kadar inandıkları ve ölümden sonraki hayatlarında refahlarının garantisi olan dinlerinin buyruklarının atıldığı döneme gidip tasdik ederek daha çok sevaba girebileceklerini söylemişler. Daha sonra başka bir grup insan ise geçmişe gidip bugüne kadar kendilerine anlatılan, devlet olarak yaptıkları bazı siyasi hataları düzeltebileceklerine bu durumda daha çok rahat yaşayabileceklerini söylemişler. Diğer bir grup insan ise kendilerine anlatılan savaş dönemlerine gidip onlarca insanlarının ölümden kurtarılması için kullanabileceklerini söylemişler.


Durum böyle büyümeye devam ederken bu ve bunun gibi devam eden herhangi bir tasdikin bedelinin kendi mevkilerinin sonunun olacağını anlayan devlet adamları kendilerince önlemler almaya başlamışlar. Askerler ve siyasiler, zaman makinesini icat edenin de kullanılması gerektiği taraftarı olanın da vatan haini olduğunu söylemişler, din adamları bu zaman makinesinin şeytan işi olduğunu, destekçisinin de icat edenin de münafık olduğunu söylemişler.


Ne fayda ki farklı düşünebilme tohumu çoktan bütün insanlar arasında filizlenmeye başlamış bile. Bu söylemlerin hiçbiri kâr etmemiş. Hatta bu fikir ayrıkları öyle bir seviyeye ulaşmış ki bir zamanlar aynı ton renkte turuncu olan daha sonra farklı farklı tonlarda turunculara bürünen portakallar bu sefer tarafların inatla beraber gelen argümanları ile renksiz bir hal almaya başlamış, taşkınlıklar artmış herkes herkese kendi fikrini kabul ettirmek için hiçbir kuvvetten çekinmemiş. Ülkeyi yönetenler yerlerinden olmuş. Halk başıboş kalmış.

 

Tüm bu hercümerç ve kavgayı gören zaman makinesinin mucidi ise makineye binmiş ve geri dönmemek üzere zamanını bilmediği bir zamana gitmiş.