"Zaman yoktur." dedi. Sessizliği yok etti. Fark etmedi.
Nasıl yani diye soramadan açıklamaya koyuldu; "Var olmak; bütünlüğe ulaşmak demektir. Ve bütünlüğüne ulaşan şey amacını gerçekleştirmiş olur. Geriye ise sadece ölüm kalır. Çünkü çürüme olgunlaşmanın hemen ardından gelir. Bu biraz, ani bir çürüme gibi oluyor ama. Dünya üzerinde olan her şey bir yarımdır. Diğer yarısını arar. Bulduktan sonra ise...ölüm."
Kafam karıştı ve dinlemeyi bıraktım. Oysa ki zamanla, zaman içerisinde kendimde kaybolduğumu bilmiyordu. Ben de söyleyemedim bunu.
Kırmızı ojeli ince parmaklarıyla tuttuğu ne varsa güzelleşiyor gibiydi. Gökyüzüne dokunabilen parmakları vardı. Veya benim ruhumdaki gökyüzü yere çok yakındı.
"Hepimiz yanıyoruz, ama niye bu karanlık aydınlanmıyor, neden aydınlanmıyoruz?" diye sormuştum meyhanedeki yaşlı bilgeye.
"Dibi bilenen, köşelerle dolu her karanlığa biz kuyu diyoruz. Oysa biz ki köşesi olmayan ve dibi bilinmeyen bir karanlığın içindeyiz. Karanlık bir kuyuda dipteysen ve dokunacak bir köşen yoksa ne kadar dipte olduğunu nefes alabilmenden anlarsın. Yahut hiç anlayamazsın. Ne kadar parlarsan parla hiçbir köşeye çarpamazsın. Öyleyse ışıksız birisin." demişti.
O gün sendeleyerek eve döndüm. Yanımdan geçen her insana omuz attım ki köşelerim olsun.
Defalarca kulaklarımı sağır eden sessizliklere tanık oldum. Beni alıp uzaklara götürmeyen şiddetli rüzgarlara, ıslatmayan yağmurlara, temizlenmeyen atıklarla dolu berrak sulara, ayakları yere basarken de uçabilen canlılara. Gözleri olduğu halde göremeyenlere, duydukları halde duymayanlara, kalbi olduğu halde sevmeyenlere, elleri olduğu halde dokunamayanlara.. sarılamayanlara..
İnsan bu hayatla küçükken denk gelip tanışabilseydi şayet; "büyüyünce ne olacaksın?" sorusuna "meyhanedeki yaşlı bilge" diye cevap verirdi. Tabi önce yaşamayı seçmeliydi.
Zaman yoksa eğer, aynı günleri yaşıyoruz, her gün ama her gün. Ve her aynı gün içerisinde de çürüyüp gidiyoruz sessizce. Öyleyse ruhuma yağan sağanak yağmurlarda zamanla büyüyen sevgi ağaçlarının gölgelerine düşen meyvelerdenim.
Öyle dolup taşıyorum ki, yanmakla bitmiyorum. Organlarım biraz kenara kayıp bedenimde yer açsalar, ben de oturacak bir yer bulacağım belki. Çünkü ayakta kalmaktan çok yoruldum.