Zamanın ve mekanın insanı hapsettiği yerdir dünya. Yeryüzü ve gökyüzü arasında sınırsız acı. Kimimiz bağırmak ister çığlık çığlığa, oysa duyulmaz. Uzay boşluğunda ayaklarımız yere basamazken aslında ruhumuz bu gezegende de aynı haldedir. Acının ve sahte sevincin sığmaya çalıştığı gökyüzü ve yeryüzü arasındaki uçurum boşluğu. Acı, acı dışındaki tüm duyguların sahte olduğuna inanırdım bir dönem. Oysa zamanla öğreniyor insan, acısını maske yapıp kalbine takanları. Zamanla öğrendim yer gibi, gök gibi, zaman gibi -ki ne tür bir paradokstur zamanın yanılgısını zamanla öğrenişim- duygular da yanıltır. Mekanlar bulunduğu gibi kalmaz, bir ağaç her daim yeşil değildir. Saat daima gece 3 değildir. Oradan buraya sürüklenişimize yaşamak demişler. Yaşamak, yerle gök arasında değildir. Yaşamak zaman da değildir, mekan da değildir. Yaşam, kafanın içidir. Ait olduğun yeri resmedişin, hayallerinde bir adama dokunuşun, bir kürsüye çıkışın kafanın içidir ve bu yaşamaktır. Peki yaşamak yanıltıcı mıdır?

Değildir. Hayallerimiz bizi yanıltmaz. Duygularımızı şişirebiliriz; birini seviyormuş gibi, kızıyormuş gibi davranabiliriz ama istemediğimiz şeylerin anısını getiremeyiz düşümüze.