ZAMAN YOLCUSU


5,5 aydır gece gündüz demeden çalışan Ekrem bilimde çığır açacak izahlara, pek çok icada pek çok ilime mucit olmuş çoktan genç yaşında insan üstü zekasına hükmedebilir hale gelmiş ve insanlık için yepyeni çığırlar açacak gelişmelere imza atmıştı.

Sadece bundan kimsenin haberi yoktu.

3 yaşında 3 dili ana dili öğrenmiş olan, 4 yaşında ilköğretimi, 7 yaşında ortaöğretimi,9 yaşında da yüksek öğrenimini tamamlayan Ekrem, 12 yaşında ODTÜ profesörlerine kuantum, sicim teorisi, paralel evrenler ve kuramlar ile ilgili dersler verir hale gelmişti.

Sıradan bir dahi gibi gelişmişti hayatı.

Tabi bu bilinen hayatı. Bilinmeyen kısmında ise hayatının Ekrem evlerinin deposunda icatlar yapan, deneyler yapan, çalışma tahtasında dünyanın en karma karışık formülleri ile boğuşan, formülü çözümü olmayan çıkmazlara ise formüller üreten bir durumda ve deponun rutubetine aldırmamakta olan genç bir çocuktu.

Tek hayali vardı, bebekken ölen kardeşinin yaşamasını sağlamak.

Zamanda geri gitmek ve onu geri getirmek.

Çünkü hesaplamalarına göre eğer kız kardeşi Saniye de yaşasaydı, o da çok yüksek bir zekaya sahip olacaktı ve beraber çalışarak çok başka, çok büyük şeyleri başarabileceklerdi. Dünyanın kaderini çizmek, yörüngesinden oynatmak, uzayı zamanı bükmek, ışıktan daha hızlı olan düşünce hızını karanlık maddeye ve dolayısıyla işlenebilir enerjiye çevirmek, yıldızlara seyahat için uzay sapanı projesinin eksiklerini tamamlamak, aklından sayısız varyasyon geçiyordu kardeşi ile odaklanıp çözebilecekleri binlerce sorunu bu gezegenin ve bilim dünyasının.

Saniye tüm bunların anahtarı olabilirdi eğer ölmemiş olsaydı bebekken. Kader ona acımasız davranmış, yaşamasına izin vermemişti. Ekrem bebekliğinden beri rüyalarında kız kardeşini görüyordu. Kız onunla aynı oranda, aynı hızla büyüyor, hep rüyasında onunla yaşıt olarak ‘’ kurtar beni’’ diyordu.

Ekrem de kurtarmaya karar vermişti vermesine de nasıl?

Geçmişe gidip kız kardeşini bugüne getirecek, tedavisinin şimdiki imkanlarla yapılabilmesini sağlayıp sonra da büyütecekti. Aralarındaki yaş farkını bir şekilde halledebileceğini düşünüyordu. Eğer aynı zekada olurlarsa Saniye 5 yaşında geldiğinde beraber çalışmaya başlayabilirlerdi.

Tabi asıl sorun zamanda geri gidebilmek.

Daha doğrusu geçmişi bu güne bükebilmek.

‘’ Einstein yanılıyordu ’’ dedi içinden. Hem de çok…

 ‘’ Fizik kuralları her zaman herkes için aynı değildir ‘’

Einstein ı çürütmeye çalışmak pek çok bilim adamının kendince hedeflerinden biridir. Zira Einstein ın yanıldığı noktalardan bile bilime, kuantum fiziğine dair pek çok yeni kapı açılmıştır şimdiye kadar. Bu sebeple Ekrem’ de karşısına hep Einstein ı almıştı.

Uzay-zaman-kütle ve tekillik üzerine yaptığı çalışmalar, ışığın taşınım ve salınımında kendi adını verdiği ve kendinden başka da kimsenin aslında bilmediği kapsül teorisi ile bilinen fiziksel parametrelere mahkum olmayan alanlar (yada mikro evrenler diyin) yaratıp, bu alanların konumlanmasında tüm hassas ayarların da kurgulanması ile zamanın sınırsızca gerisine yahut sınırsızca ötesine projekte olmasını sağlayabilecek bir teknolojiyi kurgulamış ve aslında başarmıştı teoride. Bir tek pratikte denemesi ve uygulaması kalmıştı. Bu uygulama projeksiyonun teleportasyona dönüşmesini sağlayacaktı.

Cansız objeler ile yaptığı deneylerden sonuç alamamıştı Ekrem. Açık arazide yakın geçmişe gönderdiği objelerin günümüze tezahür etmiyor oluşu, onların gönderdiği zaman dilimi itibarı ile gelecekten müdahaleye uğramış alternatif geçmişlerle süregelen ve geçen evrenler oluşturduğuna ve orda sabitlendiğine kanaat getirdi. Bu bağlamda kendisini yapısal olarak zamanda başka bir dilime konumlandırdığında yine kendi ilk çıkış noktasına dönmesini sağlayacak ‘’ yoyo ‘’ efektini de bu sonuçlar üzerine kurguladı ve kapsül evrene ekledi.

Henüz deneyimlenmemiş bir tez daha vardı. Bu da zamanda yolculuk esnasında ki bu bükmeyi yapacak olan kapsül onu ışıktan daha hızlı hareket ettirecek bir nevi ışınlanmasına sebep olacaktı. Bu noktada bütünlüğünün tam dağılıp tam toplanması noktasında aslında bedenen ölüp geri dirilmesi gibi bir sonuca da tekabül edebilirdi. Bu Ekrem’ in materyalist düşünce yapısında tutarlılık ihtiva etmeyen bir tezdi. Basitçe anlatacak olursak;  bedenini Legolardan yapılmış bir şekil gibi düşündüğünde en küçük parçalara kadar dağınıp sonra da tam aynı şekilde toparlandığı noktada benliğinden bir şey yitirmeyeceği konusunda içindeki tüm seslerle hemfikirdi. Ruhun varlığına da inanmıyordu.

O günün akşamı yine de her tanıdığı ile selamlaştı, ailesi ile güzel bir akşam yemeği yedi. Yakında yurtdışına seminer vermeye gideceğini söyledi. Sevdiği yemekleri yaptırdı, gizemli konuşmalar yaptı gidip geldiğinde her şeyin daha iyi olacağına dair.


Ertesi gün tüm hazırlıklarını tamamlayıp kapsül alanına girdiğinde ilk defa heyecanlanmıştı hayatında. Bilimin ütopyası, hatta rüyası olan bir eylem şu anda gerçeğe dönmek üzereydi. Tüm hassas ayarları tekrar gözden geçirdi, bu deneme sıçraması 6 ay öncesineydi. Daha doğrusu 15638400 saniye öncesine.

Gözlerini kapattı.

‘’ Veritatem dies aperit ‘’ diye sayıkladı sessiz sedasız.

Zaman gerçeği açığa çıkarır.

 Gerçek; Tanrı nın ona göre ‘’zamanın’’ yanıldığıydı ona göre. Kardeşinin ölmesi zamanın bir hatasıydı. Bunu düzeltmek ise onun parmaklarının ucundaydı artık.

Düğmeye bastı.

Sonsuz sessizlik her algısını baskıladı.

Gözleri kapalıydı. Algıları tamamen kapanmıştı, hiçbir ses, ağzında hiçbir tat, burnunda hiçbir koku, teninde hiçbir dokunuş yoktu.

Bir saniye.

Bir saniye içinde evrenin bir sırrına vakıf oldu Ekrem. Zamanın akışı içindeki tüm değişkenler, o sonsuz denizin içinde yaşarken ya da ölüyken dahi olsa hareket etmeye ve değişmeye zorunlu kılınan tüm kütleler, bunların hepsi sonsuz bir senaryonun kusursuz bir işleyişine mahkumken, kusurlu bir varlığın bunlara hakîm olmasına ilk ve kez bu kadar yaklaşıldı.

Ama başarılı olunamadı.

Bir saniye, kardeşine ulaşmak için çıktığı bu yolculukta tek bir saniye. Tüm pişmanlıklar, tüm o bilim ve formüller, planlar, her şey kusursuzdu, pişmanlığı da dahil.

Ekrem kendisini tam olarak 15638400 saniye önceye ışınlamıştı tek bir salise bile sapmaksızın. Fakat kendisini ışınladığı konum uzayın boşluğu oldu.

Ne talihsizlik…

15638400 saniye önce dünya tam olarak o noktada değildi çünkü fiziksel olarak. Oraya kendi döngüsünden tam olarak 15638400 saniye uzaktaydı.

Ne olduğunu anlayıp bundan geri dönüş olmadığını kavrayana kadar bir saniye içerisinde -270,4 derecelik uzay sıcaklığı kapsülü ve Ekrem’ i zapt edip soğuk bir cehenneme mahkûm ederken sonsuz kere bu hesap hatasını düşünecek, uzayın sonsuzluğunda sonsuz kere sonsuz defa yanılgının yenilginin pişmanlığı ile savrulacaktı.

‘’ Veritatem dies aperit ‘’ Zaman gerçeği açığa çıkardı.

Birkaç saniye içerisinde,

Bir Saniye için…

Dünya sonsuz sayısız bilimsel atılım ve gelişmeyi ıskalayıp gitti.

Bazen böyle olur…