Geçenlerde bir arkadaşımla çok yoğun sahil kenarı bir starbaksa gittim. Normal şartlarda gördüğüm sırayı görsem ya kahve içmekten vaz geçerim ya da daha sakin bir kahveciye meylederim. Arkadaş oturmuş bulundu keyfi ve manzarası da yerindeydi. Hadi bozma oğlum sabreder beklersin dedim kendime. Kendi kendimi motive ettim, girdim modern tüpgaz kuyruğuna.
Yalan yok tüpgaz kuyruklarına yetişemedim ama poşetini evden kendin götürdüğün halk ekmek kuyruklarında geçti çocukluğum. İdmanlıydım açıkçası. Tamam biraz zaman geçmişti ama kas hafızama güveniyordum. Çocukken girdiğim kuyruklarda araya kaynak yapanlar sırayı bozanlar, çocuk bedenlerimizi itip kakan teyzeleri düşündüğümde bu sıra oldukça modern bile sayılabilirdi. Ellerinde termosları, genç bakımlı ve güzel kızlar onlar kadar bakımlı olmasa da yakışıklı delikanlılar endam ediyordu sıralarında.
Ulan bir kahve alacağız çocukluğa yolculuk yaptık 90’lar falan derken 15 dakika geçti. Açık konuşayım bu benim kendimi motive ettiğim sürenin üzerindeydi. Ben hep 100 liralık alıyorum diyen benzin zammı mağduru motivasyon üstadı insan gibiydim. Ben de 10 dakikada gelir diye 10 dakikalık motive ettim kendimi.
Sabrımın taşmaya yüz tuttuğu dakikalarda sıra benim önümdeki afilli termos sahibi iki hanfendiye geldi. Tamam dedim “şu tepeyi aştık mı sonra geldik say” bir kısa motivasyon dozu daha çaktım kendime. Ama nafile: Sıra hanımlara geldi ama onların sırayla uzun süreli ilişki düşündüklerini bilmiyordum. Ayrıca bunlar bir kabile olmalılar, kucakları termos dolu. Termoslular kabilesi. İki kişi toplam beş kahve aldıklarına yemin edebilirim. Ekmek kuyruğuna bir daha götürdü bu sahne beni. Ekmek üst limitinin altında ekmek alan kişi bir arkadaşına daha alırdı ekmeği, bazıları da 3 eve alıyorum diye hem stoklara ziyan bir eylemde bulunur hem de sırada bir kişi görürken bir anda üç kişiye dönüşürdü.
Ya sabır dedim. Bu da normalde birkaç dakika götürür beni. Sıra bana geldi. Kahveleri söyledim. Ohh dedim bitti. Ama yok bitmedi. Bu gördüğüm her uzun ilişki içerisindeki kısa ayrılıklardan biriymiş. Kahve teslim pointe geldiğimde acı gerçekle yüzleştim. İlk deneme de buğday sütü yerine normal süt koymuş, yeni mezun barista hanım. “aa ben bunu içemem” dedi. Daha tecrübeli olanına baktı barista “yenisini yapacağız” cevabından sonra. Kahve döküldü yenisi buğday sütlü olarak hazırlandı. Kabilenin en büyüğü olduğunu düşündüğüm termosa konulup uzatıldı. Tamam dedim bu sefer oldu.
Zaman geçiyor ama sıra bana ısrarla gelemiyordu. Genç ve güzel, kahve uzmanı, büyük termoslu, kuvvetle muhtemel kabile lideri kızımız termosu aldı içine baktı ben kapağını kapatacak derken.. “Bu grande değil” dedi kahve profesörü, lazer ölçüm gözlü, buğday sütü fanı güzel kız. Körpe Barista baktı emin olamadı kıdemli ve burnundan da kıl aldırmayan arkadaşına gösterdi. “Iıh” dedi “olmamış”. Bunu söylerken de aldığı keyif yüzüne yansıyor ama bir el atma nezaketinde de bulunmuyordu.
Ekstra bir şat daha koyayım diye krizi yönetmeye çalıştı acemi barista. “ aa olur mu aynı tadı tutturamazsın” dedi aşırı kabile reisi, büyük termoslu, lazer gözlü, kahve gurmesi güzel insan. Kahve bir daha döküldü. Tüm adımlar tek tek kontrol etti kendini istemeye geldiklerinde kahveyi ablasına yaptıracak kadar kahveden bihaber barista. Bu dakikalar benim sabrımın sonlanmaya başladığı dakikalardı. Nasılsa bu sefer de olmaz diye umudumu da kaybetmeye başlamıştım. Ya burnundan kıl aldırmayan, arkadaşının durumundan keyif alan ve ziyan olan kahveler umursamayan baristaya yalvaracaktım ya da telefonumu cebimden çıkarıp online bir baristalık eğitimine kayıt olup bu işi kendim çözecektim.
Kahveyi uzattı, kendini barista sanan genç kız kendine güvenmeyerek ve kahve ordinaryusu, lider ruhlu, termos sahibi ulu güzel kadına. “Neyse” tadına bakıp beğenmezsem gelirim dedi. Allahım oldu sıra bana geldi. Ben italyanların sulandırdıkları için dalga geçtikleri basit ve ilavesiz amerikanomu almaya hazırdım. Saate baktım 25 dakika olmuş. Kahveleri elime aldım. Göğsümü öne çıkardım ve arkadaşımın yanına gururla gittim. Şaşkın bakışlarla bana bakıyordu. Kahveleri masaya bırakıp ellerimi yumruk yapıp göğsüme vurdum, şaşkınlığı arttı. Gülmeye başladı. Olanları anlattım gülmesi arttı, gülmesi sinir bozukluğundan olanlardandı. Bu şekilde bozulan sinirlerimin duygusunu ona vermiş olabilirim kabul ediyorum..
Kendimi mağaradan çıkıp mamut avlayıp akşam mağarasına dönen ilkel insan kadar gururlu hissettim. Hayatta kalmış ve mağarama yiyecek getirmiştim. 90’lar falan derken kendimi 21. yüzyılın İstanbul'unda bir kahvenin bokuna 10 binlerce yıl geçmişe yolculuk yaparken buldum.. Oturup deniz baktım ve İtalyanların alaycı bakışlarını umursamadan amerikanomu içtim. Zamanda yolculuk başarıyla tamamlandı.
13 Aralık 2023 İstanbul