Akşamdan şehrin üzerine çöken sis, gece yarısına doğru etkisini bir hayli artırmış, her yanı kaplayan bir fabrika dumanı gibi şafağın ilk saatlerine doğru uzamaktaydı. Sokak ışıkları hala yanıyordu. Dükkanların açılmasına iki saatten fazla vardı. Hava oldukça soğuk, gökyüzü kırmızıydı. Elleri cebinde, başını montunun içine gömmüş, kendinden emin adımlarla dar sokakların birine yöneldi. Sokağın sonundan Y. caddesine bağlandığında karşısındaki yapıya dikkat kesildi. Bir kaç gün evvel posta kutusuna düşen zarftan çıkan ve içindeki not kağıdında yazılı olan adresin tam önünde durduğundan emin olduktan sonra binanın giriş kapısına doğru yöneldi…

On katlı binanın dördüncü katına geldiğinde adımları ağırlaşmaya başlamıştı. Nefes alış verişindeki hız normalin çok üzerinde, anormal bir duruma dönüşmüş kalp atışları ise bu hıza eşlik edip onunla aynı ritmi tutturmuştu. Yürüyüşündeki acelecilik vücut ısısını artırıyor, dolayısı ile saç diplerinde oluşan yoğun sıcaklık alnında boncuk boncuk terlemeler meydana getirip oradan da yüzünün farklı noktalarına doğru süzülüyordu. Ağırlaşmış bedenini bir kat daha yukarıya, yani binanın beşinci katına zar zor taşımaya çabalarken nefes alış verişi bir hayli zorlaşmıştı. Biraz soluklanmak için yürümeye ara verdiği merdiven boşluğunda korkuluklara yaslanıp olduğu yere çöktü. Bir soluk duraksadıktan ve nefes alış verişini biraz daha normale döndürdükten sonra iş bilmezliğine kızıp bir dünya sitem etti. Basamakları koşar adım tırmanmaya başlayarak yanlışı daha en başından yapmıştı. Normal tempoda yürüyüp adımlarını biraz daha tutarlı atmış olsaydı eğer, şu an nemden ve havasızlıktan küflenmiş duvarların rutubet kokan havasını solumak yerine ulaşmayı hedeflediği kata çoktan varmış olacaktı. Ortamın sessizliği burada birçok dairenin boş olduğu izlenimini yaratıyordu. Keza dolu olan dairelerin tamamına yakınını da avukatlık büroları ve serbest muhasebeciler oluşturuyordu. Binanın kimsesizliği, büro sahiplerinin mesleklerinde kaçıncı dereceden usta olduklarını açıklar nitelikteydi.

“Bu binada ikamet edenlerin, mesleklerini layığı ile icra edemeyen ikinci ve hatta belki de üçüncü sınıf avukatlar olduğu, aslında buranın bakımsızlığından ve binadaki terk edilmiş izlenimini yaratan sessizlikten de öngörülebiliyor. Bu gerçeği dile getirerek onlara haksızlık etmiş olmam herhalde.’’ diye düşündü. Kalan diğer basamakları çıkmaya yetecek kadar dinlenebildiğine kanaat getirdikten sonra yaslandığı duvar dibinden korkuluklara tutunarak ayağa kalktı. İlk hareketi ile bulunduğu ara katın sensörleri çalıştı ve ortam bir anda aydınlandı. Bir süre karanlığa gömülen gözleri, artık daha iyi görebiliyor olmanın etkisiyle ilk olarak orada bulunan dairenin kapısına ilişti. “Psikolog TAMER ÜNLÜSOY’’ kendisine tanıdık gelen bu ismin onda neyi çağrıştırdığını merak ederek bir süre zihninin derinlerinde gezindi. Yakından tanımayacak kadar uzak fakat çok uzaktan sayılmayacak kadar da aşinaydı bu isme. Ama ne kadar düşünse bir sonuca varamıyor, zihnindeki soru işaretini yok edecek bir cevap bulamıyordu. Yalnızca mantıklı bir açıklama istiyordu ve çok geçmeden istediği cevabı arayıp buldu. Muhtemelen okuduğu gazetelerin birinin reklam vermek için kullanılan kısmında görmüştü ve yahut başka bir yerde duyduğu ya da gördüğü benzer bir isimle karıştırmış bu ismin o isim olduğunu sanmıştı. “Evet, kesinlikle böyle oldu.’’ dedi. Her iki ihtimalde de bu isim kahramanımız için üzerinde daha fazla düşünemeyecek kadar önemsiz bir isimdi. Yürümeye devam etti. Merdiven başına geldiğinde ilk başta yaptığı gibi değil de daha ağır adımlarla basamakları çıkmaya başladı. Binanın sensörlü aydınlatmaları mekanizmanın tam altına denk gelene kadar yanmadığından gözleri etrafını tam seçemiyor, bu anlarda gözleri ona çok da yardımcı olmuyordu. Bir sonraki adımının merdivenin son basamağına geleceğini ümit ederek ayağını ileriye doğru uzattı. Tam o esnada ne olduğu konusunda en ufak bir fikir dahi yürütemeyeceği bir cisim, ayaklarına çarptıktan sonra varlığını sildi süpürdü. Rıfat yaşamaya maruz kaldığı bu aksiyonun etkisiyle büyük bir korkuya kapıldı. Henüz yaşadığı korkunun baş müsebbibini kafasında anlamlandırmaya fırsat dahi bulamamışken aydınlatmanın devreye girmesi ile kendisine bu birkaç saniyelik aksiyonu yaşatan cismin yalnızca bir kediden ibaret olduğu gerçeği ile yüzleşti. “Hay Allah bee, ulan az kalsın bir kediye ruhumu teslim edecektim.’’ diyerek yaşadığı korkunun aslında ne kadar yersiz bir nedene bağlanmış olduğuna hafif bir tebessümle birlikte sitem getirdi. Yürümeye devam etti,binanın beşinci katına gelmişti. Ya da o öyle zannediyordu. Aksi halde kapıda asılı duran “Psikolog Tamer ÜNLÜSOY’’ yazısının akla mantığa uygun bir tarafını bulmak imkansızdı. Bu yazıyı bir alt katta görüp okuduğundan adı gibi emindi. İyi de bu nasıl olur, diye düşündü. Bu aynı kapı, aynı yazı, aynı isim. İçinde bulunduğu bu saçma durumun gerçekliğini kabul etmek insan beynine ağır geleceğinden, bir insanın düşünebileceği en basit ihtimali düşündü. ‘’Demek ki bu ve bunun alt katında bulunan ofisler altlı üstlü aynı kişiye ait. Zaten başka ne olabilirdi ki?’’ dedi. Tedirginliğini tamamen üzerinden atamamış olsa da, mantığını tatmin eden bu düşünceyle yüreğini ferahlatıp üst katlara doğru ilerlemeye devam etti. Binanın bir katını daha geride bıraktığında artık aklına, mantığına su serpecek bütün iyi ihtimaller ortadan kalkmıştı. Ortam bir aydınlanıp bir kararıyordu. Bir yanıp bir sönen ışıklar mıydı, yoksa gözleri mi kararıyordu ayırt etmek zordu. Burada Karşılaştığı manzara bir öncekinden farksızdı. Diğerine bire bir benzeyen bir kapı ve yine tabeladaki o aynı isim, “Psikolog Tamer ÜNLÜSOY.” Aklını mı yitiriyordu yoksa çok acımasız bir şakanın kurbanı mıydı? Bütün soruların cevapsız kaldığı bir noktadaydı. İçinde bulunduğu durumu ve yaşadığı şeyin saçmalığını tarif edecek hiçbir izahat yoktu. Sanki ilerlediğini sandığı bu yerde yalnızca bir girdabın içinde dönüp duruyordu. Donup kaldığı yerdeki aydınlatmalar yanıp sönmeye devam ediyor, ortam bir kararıp bir aydınlanıyordu. Aydınlatmanın yanmadan önceki karanlığında umut ettiği tek şey ışıklar açıldığında bu saçmalığın son bulması ve yaşadığı durumun yalnızca bir göz yanılsamasından ibaret olması idi. Işıklar yanıp sönmeye devam ediyor ancak gördüğü şeyde en ufak bir değişiklik yaşanmıyordu. ‘’Her şey bu kadar saçma olamaz, bu saçmalık böyle devam edemez. Mutlaka bir açıklaması olmalı.’’ dedi. Bir aralık, binanın üst katlarına doğru tırmanışına ara verip bir alt kata inmek düşüncesine kapıldı. Merdivenleri ikişer üçer atlayıp alt kata indiğinde bütün vücudu zangır zangır titriyordu. Değişen hiçbir şey yoktu. Kirlilikten kahverengiye çalan aynı renkteki o kapı ve üzerinde asılı duran o aynı yazı’’Psikolog Tamer ÜNLÜSOY’’. Hırsından dişlerini sıkıyor, gözlerinde biriken yaşlara hakim olamıyordu. Can havliyle biraz hırsından biraz da kapıyı açan birine denk gelmek umuduyla yalvarırcasına kapıyı yumruklamaya başladı. Ancak alabildiği tek karşılık yumrukladığı kapının binada yankılanan ses idi, dahası yoktu. Ne yaptığını, dahası ne yapacağını bilmez halde tekrardan bir üst kata çıktı. Sarf ettiği enerjiden bitkin düşmüş bir halde, çabasına karşılık alamamış olmanın yaşattığı o büyük hayal kırıklığı ile alnını kapıya dayayıp olduğu yere çöktü. Ne düşüneceğini bilmiyor, ne yapacağı konusunda en ufak bir fikir dahi yürütemiyordu. Bunun bir rüya olmasını diledi. Ve gözlerini kapatıp onu bu anlamsızlıktan kurtaracak, yüreğini bir nebze olsun rahatlatacak o birkaç kelimeyi sarf etti. “Bu bir rüya ve birazdan uyanıp bu saçmalığa bir son vereceğim.’’ Nereden aşina olduğunu bilmediği bir yöntemi uygulamak üzere sağ kolunun etini sol elinin iki parmağı arasına alıp sıkmaya başladı. Denediği bu yöntemin onu uykusundan uyandırıp bu kabusa bir son verdireceğine inanmıştı. Lakin yalnızca canını acıtmaktan öteye geçemedi. Yaşadığı şeyin kötü bir kabus olma ihtimalinin de ortadan kalkmasıyla çaresizce ne yaptığını, ne yapacağını bilemez halde bulunduğu yere çakıldı kaldı. Dakikalar birbirini kovalıyor, hayat akıyor, zaman olağan akışı içinde her zamanki gibi ilerlemeye devam ediyordu. Bu kadar olağan üstü bir durumda bile aynı tutarlıkla sürüp giden tek şey zamandı. Yaşadığı bu manasız hadiseye tamamen teslim olmuştu, keza direnecek bir gücü de yoktu. Fakat aniden aklına bir fikir geldi. Bir girdapta çaresizce beklemektense en azından bir şeyler yapmalı, hemen teslim olmamalıydı. Basamakları ikişer üçer adımlayıp bir kat daha çıktı. Bu katta da diğerlerinin aynısı bir durum söz konusuydu. Kapıda asılı duran tabelayı oraya sabitleyen iki vidadan gevşek olanını kısa bir uğraş sonucu çıkardı ve tabelanın simetrisi bozulup yan yattı. Bunu yaparken almak istediği sonuç aynı değişimi gittiği diğer katlarda da görüp göremeyeceğiydi. Umudu tazelendi ve yeniden bunun alçakça bir şaka olduğuna dair inancı büsbütün arttı. “Bana kurdukları bu oyunu, bu eşek şakasını ortaya çıkarıp onları alaşağı edeceğim.’’ Ona göre bu berbat bir şakaydı ve her kata aynı ismin yer aldığı tabelalar asılmış, kapılar aynı renge boyanmıştı. Ve Rıfat çok kısa bir süre sonra bu oyunu çözecekti. Denediği bu akıllıca yöntemin sonuçlarını görmek için çıktığı kattan bir alt kata indi. Ve görmeyi umduğu manzaranın tam aksine bir manzara ile karşılaştı. Bir üst katta yaptığı değişimin aynısı burada da görülüyordu. Ayak parmaklarından yavaş yavaş bütün vücudunu sarmalayan bir ürperti hissetti. Geceye ölüm gibi bir sessizlik hakimdi ve Rıfat damarlarında akan kanının sesini işitiyordu. Göz pınarlarından akan birkaç damla yaş, yanaklarından süzülüp çenesine tutundu. Bir hışımla ipini koparmış boğa misali koşmaya başladı. Kafasında hiçbir düşünce yoktu, ucu bucağı olmayan bir çaresizlik ve umutsuzluk denizinde durmadan kulaç atıyor fakat ilerlemenin aksine olduğu yerde dönüp duruyordu. Rıfat o sonsuzluk denizinde ne kadar mücadele edebildi, o ucu bucağı olmayan yapıdan kurtulmak için çaresizce kaç basamağı arşınladı bilinmiyor.


BİRKAÇ GÜN SONRA…


Y. caddesindeki metruk binanın önünde polis ekipleri ve bir ambulans duruyordu. Meraklı kalabalık polisin müsaade edebileceği yakınlıktan olay yerini gözlüyor, neler olup bittiğini anlamak için gözlerini ve kulaklarını açmış bekliyorlardı. Oradan geçen şık giyimli, eli çantalı bir beyefendi polislerden birinin yanına yaklaşıp, burada neler olup bittiğini sordu. Polis memuru: “Çevreye yayılan yoğun ve kötü koku üzerine bir çok ihbar aldık. Bu ihbar üzerine geldik ve binanın içerisinde tahmini otuz yaşlarında bir erkek cesediyle karşılaştık. Bu kadarını bilmeniz sizin için yeterli. Şimdi lütfen bu alandan uzaklaşın. Bu arada bu civarda mı oturuyorsunuz? Son günlerde dikkatinizi çeken bir durumla karşılaştıysanız söyleyin.

Eli çantalı adam: “Hayır, yalnızca buradan geçiyordum. Adım Tamer ÜNLÜSOY. Psikoloğum.