Momo… Kim bu Momo? Kaç yaşındadır, nerede ve nasıl doğmuştur, kim doğurmuştur, anası babası nerededir? Bu sorular arasından tek bir sorunun cevabından eminiz: Momo, bildiği kadarıyla hep var olmuştur. Birçok yerde ve defalarca kez, defalarca kez doğmuştur. Yaşı, nerede doğduğu, kim tarafından doğurulduğu, anne ve babasının kim oldukları ve durumları... Hepsi değişir.

 

Ne diyoruz biz, kim bu Momo? Sensin, benim elbette. Momo, biziz. Momo, Ben’im (bkz: Jung, Arketipler). Sen ne zaman doğduysan o, o zaman doğdu. Senden sonra ben doğdum, o tekrar doğdu. Garip mi? Bu daha ne ki? Adem ve Havva vardı; onların da varlığının ötesinden geliyor Momo. Ah Momo…

 

Bir özel gücü var. İlk insanın da öncesinden süregelen varlığından olsa gerek; gözlerinde biriktirdi tüm deneyimleri, doğumları ve ölümleri. Öyle ya; hikayeler yaratmanız, yıllarca küs kaldığınız dostunuzu anlamanız, koskoca dünyadaki minicik varlığınızı hissetmeniz için sizi dinlemesi yeterli. Gözlerinden tüm anlamları okuyabilirsiniz. O öylece durur karşınızda. Siz konuşursunuz. O durur. Siz anlarsınız. O zaten biliyordur. Dedim ya; ezelden beri doğup doğup duruyor. Canımız Momo.

 

Momo’nun hikayesi neden akıllarda? Yani, şunu sormak istiyorum: Biz onu nereden tanıyoruz? Tanımak dediysem de öyle tanımak değil; Beppo’nun harabedeki iki taşı tanıdığı gibi tanımaktan bahsediyorum. Özel gücünün elbette bir önemi var; ancak bu tanıma da bahsettiğimiz tanımaya girmiyor. Şöyle sorayım: Ben onu neden anlatıyorum? Siz onu neden bir başka ağızdan daha duymak istiyorsunuz? Benim bir kere okumam neden yetmedi, sizin onun üzerine tek başınıza düşünmeniz neden yeterince doyurmadı?


Elbette var olmak ve bunu kendimize kanıtlamak için duyduğumuz o yırtıcı kuvvettir bizi buraya iten: Yaratmak! İçimizdeki yaratıcı güce nasıl olur da “Yeter!” diyebiliriz? İçimizdeki anlam arayışımızı, var olmaya karşı doyumsuz kılınan saf ruhumuzu, doğanın ta içinden gelen insan yanımızı nasıl, nasıl, nasıl durdurabiliriz? Onu nasıl susturmak isteriz, ona nasıl doyarız? Mümkün mü bu? Kabul; duman adamlar bunu ister, bazı yetişkinler bunun uğruna çabalar, hatta Momo da onlara neredeyse inanır ama Kassieopia izin vermez.

 

Kaplumbağaları bilirsiniz. Aceleleri yoktur; yavaş, kontrollü adımlarla ve oldukça uzun süre yaşarlar. Çağımızın tam aksine... Bir kaplumbağanın ömrüne, günümüz insanının iki yaşamı sığar. Bizim ilk kez adım attığımız bahçeler, kaplumbağanın biz doğmadan önceki meskenidir. Bilirler. Kassieopia, bizim sezgimizdir. Ölümün ve yaşamın düzenleyicisi, bir bakıma da kendisi olan, Hora Usta’nın vazgeçilmezidir. Kassieopia konuşmaz, haliyle onu duyamayız ama hissederiz. Geleceği değiştiremez; ancak öyle bir şimdi yaratır ki bize, geleceğin bizim yolumuz olmaktan başka çaresi kalmaz. Gelecek oradadır; yazıda okunanlar değişmez, ancak o yazı artık bizim kendi el yazımızdır. Kendi kıvrımlarımız ve kendi satır aralarımız vardır; bizim geleceğimizdir, anlamı vardır. Yeter ki Kassieopia’yı “Kaplumbağalar bilinçsiz yaratıklardır!” diyerek terk etmeyelim.

 

Sezgimiz, yaratıcı gücümüz, kısacası içimizdeki Vahşi (bkz: Clarissa P. Estes, Kurtlarla Koşan Kadınlar) var olmadan duman adamların getirdiği oyuncaklarız. Sahibi olduğumuzu sandıklarımızın kuklalarıyız.


Bibi Kız’ı hatırlıyor musunuz? Öyle güzel, öyle büyük, öyle yeni ve öyle büyüleyiciydi ki… Hatta birkaç cümlesi bile vardı. Bu, onun konuştuğunu gösterir miydi? Belki. Peki bizim kaç cümlemiz var? Otuz mu, yetmiş mi, yüz mü, binlerce mi? Bunlar bizim konuştuğumuzu gösterir mi? Yine, belki. Peki, bunlar bizim anlaşabildiğimizi gösterir mi? Yoksa mağara duvarlarına resimler çizip asırlar sonra birilerinin onları çözümleyeceğini mi umuyoruz? Biz Momo’yu uyandırıp onun gözleriyle dünyaya bakabiliyor muyuz? Biri Momo’yu uyandırsın!

 

Duvarlardaki çizimlerin bir zamanı vardır, öyle değil mi? Hissettiklerimizin bir zamanı yoktur oysaki; onlar hiçbir zamanda ve hiçbir yerdedir, Kassieopia’nın evinde. Zamanın doğduğu ama zamanın olmadığı yerde. Akıl almaz güzellikteki ve biriciklikteki o nehirde.

 

Bir romanda onca karakter, onca karakterden yaratılan bir prototip insan: Bayanlar ve baylar, karşınızda Momo! Ama yatay yaşamdaki (bkz: Nihan Kaya, Fildişi Kuyu)...


Görsel: incetezat.com