İçeriye kapının ağır gıcırtısıyla giriş yaptı yaşlı adam. Yüzünde anlamsız bir ifade vardı. Bir Klasik Çağ heykelini çağrıştırıyordu surat ifadesi. Donuk ve hissiz bir ifadeyle bakıyordu içeriye.

Bu hissiz ve donuk bakışlardan morali bozulan ahbabı, koyuverdi sorusunu adeta masaya yeni demlenmiş bir çayı servis eder gibi aniden.

"Ee gününüz nasıl geçti haşmetmeapları?"

Kendisinden yaşça küçük olmasına rağmen, yaşlı adamın saygı duyduğu birisiydi o. Böyle takılmalarına fazla ses çıkarmazdı. Arada bir haddini aştığı olurdu ama o zamanlarda sadece soğuk davranırdı. Ahbabı da bunun fark ederdi. Yaş farkının olmasına rağmen kendisini ahbap belleyen bu yaşlı adama saygısını, tez vakitte gönlünü alarak belli ederdi.

Yaşlı adam aynı donuk yüz ifadesiyle baktı ahbabına.

"Bilemem ki." dedi.

Ahbabı hafif bir sırıtışla tiye almaya devam etti yaşlı adamı.

"Ne demek bilemem moruk? Zaten şunun şurasında ne kadar yaşayacaksın. Artık bilmen gereken zamandasın."

Yaşlı adam bu alayı pek de ciddiye almadı. Ciddiye aldığı tek şey ona sorulan soruydu. Sorunun cevabını alay ne kadar suluysa bir o kadar ciddiyetle konuşmasını sürdürerek verdi. Böylece alayın kuvvetini belinden kırdı.

"Hayatı bir bütün olarak ele almak gerekir. Bugün daha bitmiş bile değilken bunun cevabını vermek saçmalıktır. Varsayalım ki gün bitti. Bugün hakkında peşin hüküm vermek de olmaz. Bugün iyi olan şeyler yarın bakıldığında kötü olabilirler."

Ahbabı aslında dalga geçmek isteğiyle yanıp tutuşuyordu. Konu pek bir ilgisini cezbetmiş olacak ki birden ciddiyete bürünerek, yaşlı adamı daha çok hareretlendirerek konuşmasını sürdürmesini istediğinden hemen onun görüşüne karşıt durdu.

"Ya demek öyle.... Peki! Böyle bir ömrü nasıl nasıl yaşar insan? Hayat bir bütünse, biz çoktan ölmüşüz. Mezara girelim de bitmesini bekleyelim. Öyle ya, daha iyi mi kötü mü onun kararını bile vermek zamana kalmışsa boşa yaşıyoruz biz demektir."

Yaşlı adam Sokrates'in son nefesini verdiği an kadar kararlı ve soğukkanlıydı.

"Demek bir bütün olarak ele alınmasını sen hayatın bitişi olarak görüyorsun. Sadece yaşamaya odaklanmak kadar canlı bir hayat var mıdır?"

Ahbabı sanki şah denmiş bir satranç oyuncusu kadar afallamıştı. Toparlanması ve savunmaya geçmesi gerektiğinin bilincinde ortalığı kızıştıracak hamleleri hazır etti kafasında.

"Hayatı bitmis bir insan sadece tamamen yaşamaya odaklanabilecek kadar emindir kendisinden. Bu sefer de iş işten geçmiş olur. Sadece son nefesimizi verirken tamamen yaşamaya odaklanabiliriz. Söylediklerin deli saçması. Bu yaşında, sen bile yargılama hakkını son günlere bırakamazsın."

Yaşlı adam kendisine çevrilmiş keskin kılıcı gördünü belli edecek bir geri adım atar gibi karşı koydu bu sözlere.

"Peki o zaman sen söyle sayın çokbilmiş hazretleri. Hayat nasıl yaşanmalı?"

Ahbabı ciddi yüz ifadesini bir kenara bıraktı ve sırıtmaya başladı. Bir tiyatro maskesi değiştirir gibi rahattı. İstediği soruyu almıştı.

"Parçalar halinde" dedi bilmiş bilmiş kafasını sallayarak.

Yaşlı adam gülmek istedi ama suratı bunu reddetti. Kaslarına bile gücünü yetirememişti. Ahbabı bunu duysa kesin ona "sen gülme işlerini de yarınlara mı bırakıyorsun? Belki yeterince komik değillerdir diye" derdi. Birisini çok iyi tanımak onunla konusmaya gerek duymadan konuşmak gibi diye düşündü. Kafası çok fena dalmıştı. Bu dalgınlıkla kendisini toparlamak için biraz süre kazanmak ve bir geri çekilmeye ihtiyaç duydu. Daha sağlam basmalıydı kelimelerin üzerine.

"Devam et. Daha açık konuş" dedi ahbabına.

Ahbabı bu açığı bekliyormuş gibi bir sırıtma şovu daha sergiledi kendisine donuk bakan yaşlı adama.

"Hayat parçalar halinde yaşanmalı ki anı kaybetmemeli insan. Şu an iyi olan bir şey iyidir. Yarın kötü olursa eğer, şu andan bağımsız bir kötülük olacaktır. Bugunun iyisi yarının kötüsü olamaz. Yarın için değişen şartlar dünü kötü yapmaz bilakis zamanında iyi yaşanmış bir andır. Bugün başka bir noktadan baktığın için kötü olduğunu düşünüyorsundur sadece."