Çamurlu bir yolda bata çıka ilerlemeye çalışıyordu. Hafif ama hızlı bir şekilde yağan yağmur saçlarını gözlerinin önüne düşürdüğünden ilerlemesini zorlaştırıyordu ama evini yavaş yavaş görmeye başlamıştı. -Ağaçların arasında, yarısı kerpiç yarısı etraftan bulunan tuğlalarla yapılmış bu garip ev onun yuvasıydı.- Elinde taşıdığı poşetler onu çok yormuştu. Yürürken sık sık durmak istiyordu ama durdukça çamura batıyordu. Bu yüzden zorlanarak da olsa ilerleyip evine ulaşmayı başardı.
Eve girdikten sonra yaptığı ilk iş poşetleri bir kenara bırakmak oldu çünkü çok ağırlardı. Hemen çamurdan rengi belli olmayan lastiklerini çıkarıp poşetleriyle beraber içeriye geçti. Yer yer yayları ortaya çıkmış koltuğuna oturdu ve poşetleri kurcalamaya başladı. Bu poşetlerde ne mi vardı? Zannettikleri… Evet, yanlış duymadınız bu poşetlerde zannettikleri vardı. İlk olarak mavi bir kap çıktı poşetten. Her gün kapısına gidip ona süt vereceğini zannettiği sütçü bugün de çok yoğun olduğunu ve süt sağamadığını söylemişti. Bu kabı koltukta hemen yanına koydu. Daha sonra kahverengi bir kap çıkardı. Her gün kapısına gidip ona çeşitli tahıllar vereceğini zannettiği yaşlı kadın bugün de çok yoğun olduğunu ve tahılları poşetleyemediğini söylemişti. Bu kapı da mavi kabın üstüne koydu. Daha sonra yeşil bir kap çıkardı. Her gün kapısına gidip ona çeşitli sebzeler vereceğini zannettiği komik suratlı yaşlı adam bugün de çok yoğun olduğunu ve sebzeleri toplayamadığını söylemişti. Yeşil kabı da kahverengi kabın üstüne koydu. Bu poşetteki son kap olan kırmızı kabı da çıkarttı. Her gün kapısına gidip ona meyveler vereceğini zannettiği genç kadın bugün de çok yoğun olduğunu ve yoğunluktan meyveleri onu unutup başka birisine verdiğini söyledi. O kabı da kenara özensizce koydu.
Sıra ikinci poşete gelmişti ama bu poşeti kurcalamadan önce derin bir nefes aldı. İlk olarak boş kağıtlar çıkarmaya başladı. Her gün kapısına gittiği ve her gidişinde ona güzel yazılar yazacağını söyleyen adam bugün de çok yoğun olduğunu ve zaman ayıramayacağını söylemişti. Kağıtları bir kenara bırakıp poşeti kurcalamaya devam etti. Bu sefer birkaç tahta parçası çıktı poşetten. Her gün kapısına gittiği ve ona güzel bir maket yapacağını söyleyen yaşlı ve annesine çok benzeyen kadın bugün de çok yoğun olduğunu ve maket yapamayacağını söylemişti. Tahta parçalarını da bir kenara bıraktı. Poşetteki son parça birkaç kumaştı. Her gün kapısına gittiği ve her gidişinde ona güzel elbiseler dikeceğini söyleyen genç terzi bugün de çok yoğun olduğunu ve zaman ayıramayacağını söylemişti. Kumaşları da kenara bıraktı. Poşetler artık boştu. Bir yanında çeşit çeşit kap yığınları diğer yanında ise boş kağıtlar, tahta parçaları ve kumaşlar vardı. Kaplar hep boş, kağıtlar yazısız, tahtalar şekilsiz ve kumaşlar biçimsizdi. Yine de o bir ümit her gün kalkıp hazırlanıyor; bu kapların dolmasını, kağıtların güzel yazılarla bezenmesini, tahtadan bir maket yapılmasını ve kumaşlardan çok güzel bir elbise dikilmesini bekliyordu. Yani zannediyordu.
Galiba artık ümidi kesme zamanıydı. O kaplar dolmayacak, kağıtlar güzel yazılarla bezenmeyecek, annesine benzeyen kadın o maketi yapmayacak, kumaşlardan en güzel elbise yapılmayacaktı. Koltuktan aşağıya indi, yere oturdu. Ayaklarını yavaşça kendine çekti ve önüne bakmaya başladı. Tüm bunları kendisi yapamaz mıydı? O kapları kendisi doldurup o kağıtlara kendisi güzel şeyler yazamaz mı? Tahta parçaları birleştirip kendi maketini yapamaz mı ya da kumaşları dikerek en güzel elbiseyi dikemez mi?
Hayır, çünkü o zannetmeye alışmıştı. Günün sonunda zannettikleri canını acıtsa da yeni bir güne yine zannettikleriyle başlamak onun rutiniydi artık. Ayağa kalktı, çıkardıklarını poşetlere geri yerleştirdi. Ertesi gün bugün gittiği kapılara tekrar gidecekti. Bunu yapmaya 167 gün önce başlamıştı.