Bir askerin yârine emanet ettiği

soğuk bir veda busesi gibi,

hafif hüzünlü bir gece yarısı

yuvasında sahibini arayan

bir mermi gibi bekliyorum seni.


Geldiğin zaman

bir damla mermi sesi akacak avucuna.

Hafif kanla karışık,

hafif aşka bulaşık.

Nerden geldiği belli olmayan bir mermi sesi.

O seste saklı olabilir

ölmüş oğlumun ilk baba kelimesi.


Ölüler genelde böyledir.

Ya bir şarkının nakaratında

ya bir sokak lambasının altında,

hep bir yerde saklıdır.


Havasına nisan bulaşmış bir ağustos soğuğu,

hala seni bekliyorum.

Seni beklerken

doğuda bir peygamber daha öldürüldü.

Türkiye’de gene birçok kadın cinayeti işlendi

ve

gene önemsenmedi.


Ortalığı kan rengine boyuyordu insanlık,

ben seni beklerken.

Seni beklerken

parmak uçlarımda yeni yasak meyveler çıktı.

Onları Havva’dan gizledim

Adem’in zorda kalmasını istemedim.

Boynumda yılan zarafetinde dolanan şeytana

yeni günahlar öğrettim.

Ondan babasından özür dilemesini istedim.

Bizi kötülüğün masumiyeti kurtaracak biliyorsun.


Eylül geliyor,

doğum günüm

ve

ben hala seni bekliyorum.

Zor oldu ama anladım.

Bu sene de gelmeyeceksin.

Yaprakların sararmasından sen sorumlusun.

Küresel ısınma ve nesli tükenen hayvanlar da dahil…


Ben kaldığım yerden

kan kaybetmeye devam ediyorum o zaman.

Ucuz alkoller içip boktan şiirler yazacağım.


Bir sabah yokluğuna küseceğim

akşam özleminden ağıtlar yakacağım.

Spinoza okuyacağım,

Ulus Baker seminerleri dinleyeceğim.

Kendime zarar veren her şeyi yapacağım.


Önümüzdeki sene gene seni bekleyeceğim.

Huzur içinde uyu.

Ama dikkat et

kış sert geçecek, toprak soğuk.