Kolombiya’nın en özel ağaçlarından toplanmış beş kilo kahve çekirdeği büyük bir gürültüyle öğütücünün göbeğine doğru döküldü. Kıllı ve yapılı bir erkek eli, makinenin kolunu hafifçe bastırarak aşağıya doğru çevirdi. Makine, fabrika düdüğüne benzer bir ses çıkartarak çalışmaya başladı. Kahve çekirdekleri, bir semazen edasıyla öğütücüye doğru dönmeye devam ediyordu. Yaydıkları cezbedici koku, Emin abinin tek kanadı önüne taş koyarak açık bıraktığı dükkân kapısından dışarıya doğru salınıyor, bu hoş koku mahalle kızlarını daha bir cilveli yapıyordu. Delikanlılarsa, tüttürdükleri cigaralara haşin bakışlarını süsleyip, kızlardan herhangi birini etkileme ümidindeydiler.

Bu cezbedici kokudan etkilenmeyen ve oldum olası kahveyi hiç sevemeyen, bilakis kahvenin acı, uyku kaçıran, çarpıntı yapan bir içecek olduğunu düşünen, fal baktırmak için bile ağzına bu içeceği sürmeyen dükkân çırağı Ali, kapı önüne çıktı. Çıkmadan önce elini leblebi çuvalına daldırdı ve bir avuç sarı leblebiyi sabahtan akşama kadar türlü kuruyemişlerle doldurduğu midesine indirmek için kapıdaki yerini aldı. Başını önce sağa, sonra sola, sonra tekrar sağa çevirdi. Bu sırada yeşile dönen trafik lambasıyla motoruna tam gaz basarak geçen Serçe marka araba, isminden hiç beklenmeyen bir ses çıkartarak dükkânın önünden geçti.

Tam bu sırada karşıya geçmek için kırmızı ışığı bekleyen Yıldız, burnuna gelen kahve kokusunun çekiciliğiyle birlikte Ali’nin havalanan iki tel saçını ve ağzına ustalıkla attığı çifte leblebileri gördü. Ve bu kısacık büyülü an, Yıldız’ın trafik lambasındaki yeşil ışığın yanmasını sağlayan düğmeye basmasını geciktirdi.

-          Lütfen bekleyiniz!

Dükkân çırağı Ali, tüm bunlardan habersiz avucundaki leblebileri belli bir mesafeden çifter çifter ağzına atıyor ve hiçbirini kaçırmadan kapıyordu. Bu ona inanılmaz mutluluk veriyordu. Kim bilir, belki de Ali’nin farkında olmadığı, gün ışığına çıkarılması gereken en büyük yeteneği de buydu: Topu deliğine tam on ikiden sokmak! Belki de kader bir gün Ali’nin keşfedilmemiş bu yeteneğini ortaya serecek birini karşısına çıkartacaktı. “Ünlü basketbol yıldızı ” neden Ali olmasın? Ancak zavallı dükkân çırağı Ali’nin aklının ucundan bile böyle bir düşünce geçmemişti. Yoksa bu fikirler karşı kaldırımdaki Yıldız’ın o kısacık anda beyninde çakan şimşeklerden mi geçmişti?

Peki, Ali o güne kadar zavallı biri miydi? Kesinlikle evet! Ali zavallı olmanın dayanılmaz nimetlerinden yararlanabilen en az dört yapraklı yonca kadar şanslı bir insandı.

“Ali kaldıramaz onu çok ağır, Ali ne anlasın, otur Ali sen bulamazsın şimdi, Ali’nin ne kadar parası olacak da borç alacağız, aman Ali gelmesin bayılır kalır, Ali’nin üstüne gitme bu kadar, uyusun o uyusun bünyesi kaldırmaz.”

Kahve kokusu giderek azalmaya başladı. Dükkân çırağı Ali’nin avcundaki sarı leblebiler de… Ali avcunu açtı, terlemiş avucunun içinde kalan leblebilere baktı, son dört… Garip bir boşluk hissi mi doldu içine artık nedir, neredeyse birleşik olan kaşlarını çatarak şöyle karşıya bir bakış attı. Ve o an karşı kaldırımda duran, kendisi ile ilgili az evvel beyninde şimşekler çakan Yıldız’ı gördü. Aslında tam olarak gördüğü kafasının her yerinden kıvırcık ve gür saçlar çıkmış olan bir kızdı.

Avcundaki dört leblebiden birini yine ağzına attı. Tam on ikiden topu deliğine soktu. Karşı kaldırımlarda Ali ile Yıldız birbirlerine bakıyor ve bambaşka şeyler görüyorlardı. Neredeyse bu aşk olacaktı; karşındakine bakıp, onu kendi hayallerinde görmek…

Neyse ki bu sırada kıllı ve yapılı elleriyle Emin abi kahve öğütme makinasını durdurarak tamamıyla yanlış anlamadan doğacak bir aşkı önlemiş oldu. Kahve kokusunun dayanılmaz çekiciliği bir anda dükkânın önünü, oradan karşı kaldırımı ve oradan da mahalleyi terk etti.

-          Şimdi geçebilirsiniz!

Yıldız kendine geldi, yoksa biraz önce şu karşı kaldırımdaki adamla oracıkta evlenmeyi mi düşünmüştü? Yok artık daha neler!

Dükkân çırağı Ali, artık iyice terlemiş olan avucundaki son üç leblebi tanesini de tek atışta ağzına attı. İki elini birbirine vurarak, avucuna yapışmış leblebi tozlarını çırptı. Bir yandan da diliyle diş kovuklarına yapışmış leblebi tozlarını çıkarmaya uğraşıyordu.

‘’Bi su içeyim ya…’’ diyerek içeri doğru hamle yaptı. Kapının camındaki yansımasına bir göz attı, iki tel saçını düzeltti ve dükkâna girdi.

Dükkân çırağı Ali, zavallı ve mutluydu. Kuruyemişleri ve yaşamayı seviyor, kahveyi sevmiyordu.