Karmaşık bir zihinle devam etmeye çalışıyorum hayata. Gün geçtikçe zihnimi kurcalayan düşünceler, kalbime de bir zehir gibi sızar mı acaba? Duygularımı da yoklar gibi oluyorlar arada, frenliyorum onları, çünkü kalbi buz tutmuş bir insan, zihni karmaşık olan insandan daha kötüdür gibi geliyor bana. Nasıl bir buz seni hem ferahlatır, hem de elinde fazla tutarsan yakarsa; kalbi buz tutmuş insanlar da hem ferahlatır, hem de yakar seni o dondurucu soğuğuyla. Kalbimi buzla yakmaktansa zihnimi karıştırmayı tercih ederim ben. Her ne kadar karışsa da elbet kalbim doğru yolu gösterdiğinden, korkmuyorum kurcalamayı zihnimin dipsiz kuyularını. Ama korkuyorum kalbime de inandırmaktan bazı düşünceleri. O da inanırsa geri dönüşü olmaz. Kalbimde bulunan o silüeti ebediyen silmiş olurum. Ve ben bugün inansın istemiyorum kalbim buna. Yarın da, ertesi gün de, aylar, yıllar sonra da... İnanmasın. Çünkü silüeti bile güç verirken kalbime, o silüet giderse güçsüz bir kalbe dönüşecek ve belki donmaya başlayacak o sıcak odalar. Kalbimin her bir odasında ayrı bir silüeti bulunan bir insanı oradan atmak, belki de bir intihara benzer. Peki ya bir silüet değil de bir suret olsaydı orada? Gerek kalmazdı zihnimin bu küçük oyunlara başvurmasına, kalbimin böylece bir zehre mahsur kalmasına. Varlığını gölgesiyle değil de ruhuyla, kalbiyle hissettirseydi bana, zehrimi yaymaktan korkmazdım belki de. Yayılan zehir belki de zihnimin zehri değildir, hayatıma girdiği günden bu yana, bakışlarıyla saçtığı zehirdir.