Bir film üzerine söylenecek çok söz olabilir. Benim söyleyeceklerim, görebildiklerim; görebildiklerim, algımın seçtikleri. "Hayat" filminde gördüğüm de hayatın kendisinde gördüğüm de "yara"dan başkası değil: İnsanın kendi yarasına koşması mütemadiyen. Aradığını, bulduğunu hatta bulamadığını yarasında bulması.

Film, Rıza'nın nişanlısı Hicran'ın hiçbir açıklama yapmadan kaçmasıyla başlıyor. Rıza, başta bu durumdan çok etkilenmişe benzemiyor ama daha sonra İstanbul'a, Hicran'ı aramaya gidiyor. Bulamamak pahasına olsa da bulmayı ümit ederek. Sezen Aksu'nun şarkısında dediği gibi "Bulsam da olur bulmasam da/ Bu ümit beni yaşatan". Hicran sözlükte "ayrılık ve ayrılık acısı" anlamlarına geliyor. Rıza "razı olmak, onam" anlamına... İsimlerin bile tesâdüfi seçilmediği kanısındayım. Hicran "terk edilme şeması"nın* karşıt tepkisindeydi. Hiçbir haber vermeden, aniden bırakıp gidebilmesi, filmin sonuna kadar donuk, uzak görüntüsü, kaçıngan bağlanma** stili... Onun da içinde terk yarası vardı. Babasının var olan yokluğu, Hicran'ın da çoktan terk edilmiş biri olduğunu gösteriyordu. Rıza terk edilme şemasının "teslimiydi". Babası küçük yaşta ölmüş, annesi ise eşinin yokluğuna dayanamayıp kendini asmıştı. Ardında Rıza'yı bırakarak... Rıza'yı dedesi büyütmüş. Ki dedesi "şefkati" temsil ediyor. Yetim olsa bile, dedesi sayesinde, Hicran'a kıyasla sevgiyi hissederek büyüyor. Ne var ki dedesinden gördüğü sevgi ve şefkat, onu hiç istemeyen, sevmeyen ve habersiz bırakıp giden Hicran'ın peşinden gitmesine engel olamıyor. Önce "Rıza'yı Hicran'ın peşinden sürükleyen aşktan çok gururdu." desem de sonradan şunu düşündüm: Rıza'yı Hicran'ın peşinden sürükleyen şey tek bir soruydu. "Neden?" "Neden beni terk ettin?" Daha derine inecek olursak "Ben terk edilmeye mi değerim?" Ve Rıza aradığı soruya çoktan teslim olmuş, dedesi anlatana kadar bunu bilmese de içten içe çok önceden de terk edildiğini hissederek, en önemlisi sorunun cevabını veremeyecek birinde aramıştı: Hicran'da. Hicran, ayrılığın, "uzakların" kendisiydi. Rıza'yı hiç tanımadan, bulunduğu hayattan gitmek istemişti. Hatta "kötü yola" düşmek pahasına. Evet, maalesef Hicran'ın başına çok şey geldi. Nice zaman sonra Rıza Hicran'ı buldu. Onun bu hâlinden sorumlu tuttuğu kişiyi öldürdü, cezaevine girdi. Cezaevindeyken bile Hicran'a mektup yazdı. Hicran bunu daha sonra öğrendi. Bu arada Orhan'la evlendi, boşandı. Ve sonunda herkes bulunduğu yere geri döndü. Hicran babaevine, Rıza memleketine. Rıza son kez Hicran'ı görmek isteyip başka bir yere göçecekti. Görüştüler. İşte orada Hicran'ın içindeki buz kütlesinin dağılıp kırıldığını görüyoruz. Rıza ile yüzleştiler. Rıza'nın ondan vazgeçmeyişi, "Başına gelenlere ben sebep oldum, hakkını helal et." deyişiyle belki de Hicran ilk kez sevgiyi gerçekten hissetti. Bir ormana gidip ağladı: Yaşanmış olanlara, yaşanacak olanlara, hiç yaşanmamış olanlara hüngür hüngür ağladı. İşlediği günahlara ağlamamıştı, babası tarafından ağzından kan gelinceye kadar dövülmesine de ağlamamıştı. (Ben Hicran'dan daha çok ağladım. Filmin ilk yarısı oldukça sert geçti. Küfürler, şiddet vb.) Ne diyorduk? Hicran'ı içindeki acıyı attıktan sonra diğer sahnede Rıza ile evlenmiş, mutlu gördük. Ağlaması ne denli gerçekse gülmesi de o denli gerçekti. (Miray Daner'in oyunculuğu, filmdeki diğer tüm oyuncular gibi beni derinden etkiledi.) Hamileydi. Anne-baba, partner çatışmaları olsa da eliyle karnını okşarken iyi bir anne olabileceğini düşündüm. Kendi duygularına olan temassızlığına rağmen kız kardeşine ve eski eşinin kızına müşfik davranıyordu. Ne Hicran'ın yüzünde açan güllere ve sonunda mutluluğu bulmasına şaşırdım. Ne de Rıza'nın ondan vazgeçmeyişine. Çünkü en başta da söylemiştim: İnsan yarasına koşar. Rıza yarasına teslimdi, "hicran" yarasına koştu. Film sonunda iki yaralı ruh iyileşti. İkisi de feleğin çemberinden geçmiş, bedel ödemiş ve birbirlerini gönülden "affetmişti". Fakat Hicran hâlâ babasının onu affedip affetmeyeceğinin endişesi içindeydi. En derininde bu vardı çünkü. Ve film bitti. Ablam çıkışta şöyle söyledi: "Madem sonunda evleneceklerdi. Bu kadar şey niye yaşandı?"

O gün filmin etkisinden çıkamadım. Ertesi gün bunları yazmak için masaya oturup karalama defterimi açtığımda daha önceden yazmış olduğum şu satırları gördüm:

Belki de olanı biteni yazalım diye yaşadık onca şeyi, demişti yazar. Benim de böyle çok anım var. En sonunda parça parça olan benliğim tümlendi böylece. Yazalım diye, yazalım diye yaşadık onca şeyi.


Dipnot: 

* Hayatı Yeniden Keşfedin, J. E. Young- S. Klosko

** Bağlanma, A. Levine, R. Heller