Güvercinler gurulduyor memleket balkonunda. Her yer reyhan kokuyor. Nemli gözlerime güneş vuruyor. O kuruttukça ben tazeliyorum. İşte şimdi bir başımıza kalıyoruz Müren ile. Avuçları arasına alıyor kızarmış yüzümü. Başlıyor sonra söylenmeye;
"Ah kuzum, nen var? Nedir hali bu kahve şekerlerinin? Sıtkılar, Sinalar, Süreyya'lar okudun durdun. Okumakla değişmedi mi seman? Dinlemekle büyümedi mi kulağın? Biriktirdin, debelendin toz toprak içinde senelerce. Yok bulut geliyor, aman çekilin şimşek çakıyor diye koşa koşa yoruldun artık. Neden kaçıyorsun kuzum? Bir haber kaçıyorsun fakat sırra da koşuyorsun. Sen şimdi, tam bu gürültü de tam bu reyhanda tam da bu rengi değişmiş bestede sırrı yaşıyorsun. Sen yavaştan Sıtkı oluyorsun, Süreyya'yı aslında şimdi anlıyorsun. Çok gariptir ki güzelim, sen beni o kadar senedir yeni duyuyorsun. Nesi dokunaklıymış bunun?"
diyor. Haklı bir bakıma. Öyle olmasa bu nem de, bu güfte de eskisinden fazla acıtmazdı değil mi?