Çığlık atarak uyanmasına evdeki herkes alışmıştı ama bu kez başkaydı. Bu kez kendini yere atmıştı ve başını metal karyolaya vuruyordu. Saçları dağılmış, gözleri kıpkırmızı olmuştu. Bağırmaktan kısılan sesiyle hıçkırıyordu. Babası gördüğü manzara karşısında ne yapacağını bilemedi. Donup kaldığı birkaç saniyenin sonunda kızının arkasına geçti ve kollarından tutarak sarsılmasını engellemeye çalıştı. Kız ağlamaya devam ediyordu. Annesine baktığında hıçkırıkları daha da artıyordu. Babası odadan gönderdi annesini. Durmuyordu bu lanet isyan! Kollarını bırakıp önüne geçti. Gözlerinin içine baktı kızın. Sakin sakin nefes alması gerektiğini söyledi, söyledikten sonra kendisi de derin nefesler alarak kızının kendisini taklit etmesini sağlamaya çalıştı. Başarılı da oldu biraz. Kız artık sürekli masasındaki deftere bakıyordu. Aradan geçen birkaç saatin sonunda baba, kızın sakinleştiğine emin olduktan sonra bitkin bir şekilde odadan çıktı. Kız: Zeliha.


Zeliha masaya oturdu. Okuma yazma bilmediği için kendine sinirlendi. Onlarca renkli kalemi vardı. Hepsini renklerine göre ayırmış, düzenlemişti. Önündeki defterden yeni bir sayfa açtı. Siyah kalemi eline aldı. Bir tabut çizdi. Gözlerini kapattı. Çizdiği tabutun içinde olmayı ne kadar çok istediğini düşündü. O, bu düşünceyle oynarken odaya annesi girdi. Elinde bir tepsi, tepside bir domates, biraz peynir, bir tane de biber. “Al da zıkkımlan şunları!” dedi anne. Gözleri kızardı Zeliha’nın. Her gün duyduğu o cümle bugün daha bir ağırdı. Tepsiyi annesinin elinden aldığı gibi yere fırlatıverdi. Yüzüne yerleşen gülümseme bunu yapmayı ne kadar uzun zamandır istediğini hatırlattı ona. Anne deliye döndü tabii. “Ulan ben seni bana bunları yap diye mi besliyorum, geber de kurtulayım artık!” Bunu duyunca gülümsemenin önüne bulutlar geçti. Çığlıklar geri geldi. Kendini yeniden yere atarak kafasını duvarlara vurmaya başladı. Anne tutmaya çalıştıysa da başaramadı. Kan içinde kaldı yüzü gözü. Ambulans eve vardığında dudaklarına değen kana gülüyordu Zeliha.


Hastane kapısından içeri girmemek için de çok direndi. Sesi yoruldu, nefesi yoruldu, yine de bağırdı. Kollarını bağlamışlardı. Doktoru gördüğünde kendini yere bıraktı. Ağlamayı, bağırmayı bıraktı. Doktorun yüzünde ifadesiz bir ifade vardı. Direnmek istemedi bu ifadeye. Babasının ağlayarak hastaneye girdiğini gördü. Midesi bulandı. Hayatında duyduğu en kötü kokuyu duydu sanki burnunda. Çocukken yediği dayakların kokusuydu bu. Fazladan yedi diye yasaklanan çikolatanın kokusu. O bu sebepten dayak yerken babası bu dayağa engel olmamıştı. Bu koku onun kokusuydu.


Elleri titriyordu, dizleri titriyordu. Vücudu aynı anda bin tane tepki veriyordu. Çığlığı bastı, vücuduna katlanamıyordu. Annesi hastaneye geldiler diye bağırıyor sanıp küfretti. Babası annesine sadece bir bakış fırlattı. Annenin umurunda olmadı. Tiksinerek bakıyordu hala Zeliha’ya. Zeliha doktorun odasının kapısında çöktü bu kez. Odanın içine baktı. İçeride fazladan hiçbir şey yoktu. Renkli kalemler de yoktu. Sürünerek girdi içeri, kolları hala bağlıydı.

Doktorla göz göze gelmemeye çalıştı. İnceleyebileceği her şeyi inceledi. Bir yandan da ne anlatacağını düşünüyordu. Sahi, anlatmak istiyor muydu? Doktor sabırla bekledikçe kendisine sinirlendi, konuşmuyordu, konuşmayıp doktorun da vaktini çalıyordu! “Aağğğ!” diye bağırdı. Doktorun yüzündeki ifadesizlik değişmemişti. Demek ona kızmıyordu.


“Hoş geldin Zeliha, galiba kendini biraz yormuşsun bugün, şimdi dinlenebildin mi?”

“Hı hı. Ama var ya bacaklarım hala nasıl titriyor bir bilsen!”

“Biraz daha dinlenince o da geçecek, bana anlatmak istediğin bir şey var mı?”

”Mektup yazmak istiyorum ben, Allah’a. Bana okuma yazma öğretmiyorlar. Öğrenebilirim değil mi aslında?”

”Öğrenirsin tabii Zeliha. Ne anlatacaksın Allah’a?”

”Ölmek istiyorum, gel beni al, diyeceğim.”

”Peki neden ölmek istiyorsun?”

“Çünkü annem bir türlü ölmüyor!”


Doktor yutkundu. Karşısında, ölmek istemediği için “ölmek istediğini” yazmak isteyen biri duruyordu. İçindeki zehri atmak istiyordu Zeliha. Genelledi zihninde bu düşünceyi. Aslında insanlar hep böyle yapıyordu. Hayattan şikayet ediyor, ölmek istediğini yazıyordu. Ama bunu yazmak aslında onları tedavi ediyordu. Bu döngüyü düşünmek tuhaftı. Üstünde saatlerce düşünülebilirdi. Şimdi sırası değildi. Karşısında Zeliha vardı, Zeliha ölmek istemiyordu!