"Eski bir şapkadan ve ayakkabıdan sahibinin bütün huyunu,

alışkanlıklarını, hayatındaki aksaklıkları,

hatta ıstıraplarının çeşidini görmek mümkündür."

Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Ahmet Hamdi Tanpınar 


Başkentin en önemli noktası olan tarihi saat kulesini çevreleyen mahalle, yıllardır adeta karantina bölgesi gibi yaşadı. Tüm ülkede insanların onlardan haberdar olmalarının iki sebebi vardı. Birincisi, Başkan Beyin başa geçtiği ilk günlerden beri dilinden düşürmediği "Ne olursa olsun durmayacak!.. Ülkedeki bütün saatler ona göre ayarlanacak" diye emir buyurduğu saat kulesi, diğeri de bugüne kadar kimselerin akıl, sır erdiremediği yok olan çocuklardı...


Akrep Bulba, Başkan Beyin mahalleye gelip de saat kulesinin anahtarını babasına verdiği günü hiç unutmadı. Hem fısıltılı konuşmaları duymaya çalışıyor, hem de yanlarına yanaşmaya korkuyordu. Başkan Beyin gözlerinde gördüğü korkunç, karanlık gölgenin, babasının gözlerinde de görünmeye başladığını, ilk o gün fark etti. Onun ve iki kardeşinin ortalıktan kaybolduğunu, hiç kimse hissetmedi.


Başkan Beyin, uzun yıllar önce, kimselerin bilemediği bir yerden gelip çözemediği şekilde ülkenin başına geçmesini, bilge kadın Marasu hayra yormadı. Kırk düğümlü muskalar okuyup siyah güvercinle Başkan Beyin yaşadığı tepeye uçurduğu duaları işe yaramayınca, bir meydan konuşmasında korkusuzca karşısına dikilip kehanetini yüzüne savurdu: "Sen Başkan! Kötü bir adamsın! Bu ülkeye hayırlı olmayacaksın. Koltuğundaki iktidarın, meydandaki saat duruncaya kadar sürecek. Sonra yok olacaksın!" dedi ve bir daha Marasu'yu gören olmadı. Bu kadar eski ve mekanik bir saati sürekli çalışır durumda tutmak, Başkanın en asli görevi oldu o gün. Uyku girmeyen gözleri gölgelendi, iktidar kaygıları yüreğini zifte çevirdi.


Fakir mahallelinin çalışmaktan yorgun bedenleri, etrafta olup bitenden habersiz, saatin çalışıp çalışmadığını kontrol etmeyi âdet edindi. Akrebin yelkovanı takip ettiğini gören ahali, göğe bakıp Başkan Beyine dualar etti.


Duvar Kubra'nın dilenci olacağı, doğduğu gün alnına yazıldı. İki dilenciden olması değil, doğuştan sesleri duymaması, bu yazgıyı taşlara kazıdı ve Kubra, bu taşların dibinden ayrılamadı, dili duvar gibi lâl oldu. Marasu'nun ortadan kaybolduğu gün, Duvar Kubra'nın omzuna siyah bir güvercin kondu ve onu bir daha bırakmadı. Güvercin yüreğiyle, Marasu'nun sesini Kubra'nın yüreğine düşürdü ve o gün, kimselere diyemedi ama, saatin bütün sırrını içine gömdü.


Namu, bu mahalleye gelin geldiğinde çocuk yaştaydı. Eteklerinin ala vurmasını zor bekledi kocası ve hemen verdi kucağına ilk bebesini. Bebek, bir yaşına kadar her gülüşüyle Namu'ya hayat üfledi. Ta ki yürümeye başladığı bir gün, sırra kadem basana kadar. Çocuğunun kaybolduğu günden itibaren yaşamadı sanki Namu. Yediği yemek değildi, içtiği su, hiç su olmamıştı. Vicdansız kocası hiç üzülmedi. Gözyaşları içindeyken yükledi Namu'ya ikinci tohumlarını. O da, kardeşinin yasını tutar gibi, mutsuz ve kaşları çatık geldi dünyaya. Uzun uzun ağladı Namu ile bebeği... Onları bir tek Kubra dinledi. Güvercinse, bir dilsizin duvarına, bir Namu'nun penceresine kona kalka helak oldu. Çocuğu yürümeye başladığında sıkıntılar bastı genç kadını, kabuslar sarmaladı. Başında nöbet tutar oldu, uykuları kovaladı gözlerinden, bedeni eridi mum oldu. Yorgun düştüğü bir gün, çekiverdi karanlık düşler başını yastığa ve uyandığında yavrusu yoktu. Mahalledeki sayısız çocuk gibi o da, ayaklarının üzerine basmaya başladığında yok olmuştu.


O günden sonra, sadece Kubra ile konuştu Namu. Onu besledi evladı gibi. Kubra'nın ise bildikleri dilinde bir kelepçe, diyemezdi ki bebelerin yerini. Kadınlar geçerken bakamadı yüzlerine, başını eğdi. Ama bir tek, Başkan Beyin gözlerinin içine bakabildi, hem de en derinlerine. Karanlıklarda kayboldu, gördüklerine deli... Başkaları da rahatsız oldu bu bakışmalardan ve alıverdi, duymaz konuşmaz garibanın gözlerini.     


Yıllar sonra Akrep Bulba çıkageldi meydana. "Babam öldü. Bundan gayrı saate ben bakacağım." dedi. Bir tek Kubra aldı ondan yükselen pis kokulu nefesi, ama kimselere diyemedi. Sadece burnu kalmıştı hayata bağlayan garibi. Herkes kayıp giden evladının derdinde, saati düşünen bir Akrep, bir de Başkan idi.


Bir gün mahalleye, omzunda beyaz bir güvercin olan, genç bir kadın geldi. "Zemberek benim adım," dedi Namu'ya "Neden bu kadar kederlisin?" Ses etmedi Namu, ama farkında olmadan Kubra'ya daldı gözleri. Kaçmadı Zemberek'in gözünden ikisi, bir de siyah güvercini. Yerleşti kadın evine ve perdenin ardından izledi mahalleyi günlerce. Dolunayın olduğu gece, bahçeden kopardığı ökse otunu bağladı güvercinin pembe bileğine. Bir şeyler fısıldadı üzerine. Kuş, bahçenin üzerinde yedi daire çizdi havaya ve gitti yar etti kendine siyah olan güvercini. Öğrendi saatin hilesini. Kuşu dinleyen Zemberek, iki gün düşündü, üçüncü gün Akrep Bulba'ya gölge kesildi.


Ruhu gibi pis bir adamdı Akrep Bulba. Kıyafetleriyle yatar kalkar, iki üç ayda bir yıkanırdı. Şans bu ya, o ender rastlanır yıkanma günlerinden birinde, Akrep'in peşi sıra hamama giriverdi Zemberek. Adam, buharlar içinde arınmaya uğraşırken, askıdaki kıyafetlerini ve ayakkabılarını alıp giydi burnunu tıkayarak ve başladı oyun hamamın rutubetli mermerlerinde.


Saati görüyor Zemberek, saat kulesini. İçine giriyor daracık küçük kapıdan. Eğilerek geçiyor aralıklardan. 'Çıkır çıkır' sesi duyuluyor saatin, hiç durmuyor. Koca koca dişlilerin altında, minik minik ayaklar fark ediyor Zemberek. İnanamıyor gördüklerine. Bu küçücük çocuklar sürekli koşarak çalışır tutuyorlar saati. Kimi dayanamayıp ölüyor, Akrep koşup bir yenisini getiriyor. Sonra bir başkası, bir başkası... "Hayır!" diyor kadın bu gidişe, "Bu böyle olamaz." ve soyunup koşuyor saat kulesine. Kapıyı açıp salıveriyor hayatta kalan tüm çocukları. Onlar annelerine kavuşurken, Başkan Beyin tiz çığlığı titretiyor hamamdaki Bulba'yı.  


Diablo'nun Günlüğü 2018