Tüm huzursuzluğumla masamda oturuyorum. Huzursuzluğuma çareler uydurduğum kısa anlar hariç tamamıyla huzursuzum denilebilir. “40 yaşından sonra artık kabul ettim, ben galiba huzursuz bir adamım.” diyen Tarık Tufan çalıyor fonda. Yeni kitabından soruyorlar, bahsetmekten hoşlanıyor, belli. Kitabından, masalsı anlatımı sevdiğinden, Orhan’dan bahsettiği anlarda huzursuzluğu diniyor sanki. Zeyrek’ten bahsederken daha başka bir şey oluyor ama huzur gibi değil. Nekahet dönemindeki hasta gibi yarayı biliyor ama acı duymuyor. Tarık Tufan, Zeyrek’ten bahsederken bana da aynı şey oluyor sanırım. Zeyrek’te doğmadım, ama hayatımın en sancılı dönemlerinden birinde ''Beni Onlara Verme'’yi okudum. Ön sözünü en son okudum, “Ne kadarı gerçek, ne kadarı kurgu ben bile unuttum.” gibi bir şey diyordu. Şaşırmıştım, çünkü ben o kadar net ayırt etmiştim ki okurken ne kadarı kurgu, ne kadarı gerçek. Zeyrek’te doğmadım, ama vaktiyle kitabı okurken Zeyrek’teki Tarık’la arkadaş oldum.