Gelgelelim deyip beterin bize kısmet olmadığını kanıtlamaya çalıştık bir zamanlar. Yanlış sistematiği heveslerimizle yoğurmamızın acı sonucu ve düştüğümüz çukurların verdiği yaralar her zaman sırtımızda, kalp hizasında oldu.

Açıkçası ayıplanacak çok şeyimiz yoktu bazı huylarımız dışında. Onlar da gizliydi zaten. Kendi etikamızın çerçevesini vicdanımız belirliyordu. Sınırlarımızı da ruhumuz.


Karanlıktan korkmazdım, hayaletler ve perilerden de. Eskisi gibi arafta kalmış bir adam da değilim artık. Zihnim uyandığında, küçük bir çocukken asıl korkularımın farkına vardım. Tinin özünü kaybettiğimde ve onu tekrar bulduğumda nasıl titrediğimi zihnimdeki kırık faylar dışında birkaç insan bildi.

Gerçek sarsıntılar gerçek depremler oluşturmaz zihinde.

Kuralsızlık, derinlerdeki sızıntıları kapatmak ve soruları cevaplamak için yeterli bir araçtı belki fakat toplumdan hızlı davranıp kendimi ayıplamam gerek şimdi. Dopdolu bir "neden?"


Hadi gelip zihnimizi bir kenara bırakalım ve en savunmasız meydanda, kalbimde başlayalım savaşmaya. Jübile için bu sefer bıçağım olmayacak belimde. Sana rüyalarımı anlatacağım. Ben her karanlıktaki gibi ışığı bekleyeceğim. Gözüm silahının barutundan çıkanı veyahut gözlerindekini bekleyecek. Tek derdim geleceği hatırlamak.

Sen dinlerken gözlerinden yansıyan için bekliyor olacağım. Bu sonrası için bir not. Bazılarımız öyle yapar.

Değil mi?