Zihindeki Oda


Bir gök gürültüsü gökyüzünü alaca alırken, radyodan çıkan cızırtılı ses eşliğinde yabancı bir şarkının sesi kulaklarına doluyordu. Etrafına bakınıyordu. Bardaktan boşalırcasına yağan yağmur arabanın ön camından akıyor, külüstür arabanın hâlini içeri giren yağmur öğretiyordu. Kazağının bileğinde kalan uçlarını avuç içine doğru örterek, parmaklarını avucunun içine doğru kapattı.


Direksiyon koltuğunun yanında, yolun denize bakan tarafında oturuyordu. Sağına doğru başını çevirdi. Eşi, benzin almak için gideli yarım saat olmuştu. Yağmur da onun gidişi ile birlikte daha da artmıştı. İçinden sanki biri duyacakmış gibi, gizlice dua etti. Başını önüne çevirdiğinde, çalışan sileceklerinin hareketlerini bir süre izledi. Yağmur darbelerinin cama tekrar tekrar bıraktığı darbelerin sesi kulaklarını doldururken, denize tekrar bakmak için kafasını sağına doğru çevirdi. Denizin soluk yeşil, mavi rengine odaklandı. Az önce baktığından daha koyu bir renge sahip gibiydi.


Eşi için endişelenirken başını önüne çevirdiğinde, cam sileceklerinin ardından karanlık bir görüntü gördü. Göz kapaklarını sıkıca açıp kapatarak, başını hafifçe önüne doğru eğdi. Sağ elinin işaret parmağıyla, baş parmağını burnunun direğinin iki yanına yerleştirdi. Derin bir şekilde nefes alıp vererek, tekrar arabanın ön yüzüne doğru baktı. Bakmaya devam ettikçe karanlık görüntünün bir insana ait olduğunu anlamıştı. Korkmuştu.


Görüntüyü karanlık yapan gördüğü yerin koyuluğu değildi. Gördüğü adamın siyah kabanının rengi böyle görünmesini sağlıyordu. Adam, arabanın ön kaputunda oturuyordu. Arabanın içindeki kadının baktığı yönden, yağmur damlalarının ardında kalan soğuk iklimdeydi adam. Siyah kabanının boynunda kalan geniş yerini dudaklarının üzerine doğru örtmüştü. Uzun, siyah kirpiklerinin arasına düşen yağmur taneleri onu etkilemiyordu. Aynı, diye düşündü kadın. Zihninin en ücra köşesinde oynayan bir perdeden yapılan alıntıyı, gelecek zamanın perdesine yansıtılmasını izler gibi izliyordu. Kadın, şimdi, gelecek zamandan onu izleyen bir izleyiciydi. Gördüğü adamı zamanın gerisindeki bir hatıranın baş ucuna emanet etmiş, oradan ayrılmıştı.


Belki sadece biridir, diye düşünerek arabanın anahtarını çıkardı ve radyonun sesini kapatmak için işaret parmağını düğmenin üzerine götürdüğü sırada, eşinin cama tıklatmasıyla yüreği ağzına geldi. Gelen kocasıydı. Kocası yağmurluğunu giymesine rağmen ıslanmasına engel olamamıştı. Yağmurdan dolayı tamamen sırılsıklam olmuş bir halde ‘’Ne yapıyorsun? Aç kaputu!’’ dedi. Kadın kaputu açacak düğmeye basarak önüne döndü ve kollarını bağlayarak kaputu izledi. Kocası kaputu sert bir şekilde kapattığında arabanın kendisi sallanmıştı.


Kadın, arabanın ön yüzüne doğru baktı. Kendisinden başka hiç kimse olmamıştı. Arabanın ön yüzüne düşen yağmur tanelerinin üzerine, gördüğü adamın tozları dağılmıştı sanki. Kadın avuçlarında bir şey tutmasa da, avuçlarından düşen bir ağırlığın görünmez varlığıyla yerinde titredi.


Tekrar yola koyulduklarında, kadın, birini gördüğünü sandığını söylemişti. Adam oralı bile olmadı ve cebinden telefonunu çıkardı. Ne demeliydi? Kanyonun güzel göründüğünü, Karadeniz’in koyu havalarını ve sadece eşinin ailesinin yüzünü görmediği zamanlar sevdiğini mi söylemeliydi? Bir mekânın duygulara karışan bileşiminin kaderdeki yansıması kadının zihnine Karadeniz’in üzerine çöken bulutlar gibi çöktü. Zihninin taşıyamadığı ağırlık göz kapaklarına ağırlık yapsa da dayanabilirdi, her zaman dayanmıştı.


Kadın, eşinin yanında yalnızlığın kemikleşmiş hali gibiydi. Herhangi biri tarafından dinlenildiğini düşünmüyordu.


İşine ara vereli uzun bir zaman olmuştu ve konuştuğu kişiler azdı. Her ağızdan dökülen kelimede, aynı ruhta oynanan aynı işleyişi izliyor gibiydi. Eşinin ailesinin muhabbetleri kadına boş geliyordu. Daha kendi hayatıyla ilgili ne yapacağını bilmiyordu, insanların ne yaptıkları ile neden ilgilensindi ki?


Eşi telefonuna bakıp duruyor, trafik sıkışık bir şekilde ilerliyordu. Kadın lacivert beresini hafifçe düzleterek, duruşunu hiç bozmadan kenara doğru sindiğinde eşinden bakışlarını çekmedi. Eşi telefonda bir şeyler yazıyordu. Duyguların donduğu zamanın soğuk gölgesinde hislerini kurutmuştu. Yanındaki adam için bir şeyler hisseden kadının toprağı geleceğe gebe kalan dakikaların varlığındaydı ve zaman aktı; kum tanelerinin son tanesi saatin havzasına düştüğünde kadın geleceğindeydi. Geçmişte kalan dakikalar varlığının üzerini kapatan toz zerreleri gibi eşinin bakışlarında birikti ve.. Kadın artık görünmezdi.


Hayatına bakmak istiyordu ama önünü göremiyordu. Eşi, geceleri gördüğü kâbuslardan sonra ona sarılan kişi, artık onunla değil gibiydi. Kadın yine ağlayarak uyanıyor fakat çarşafın ucundan sıkıca tutup dudaklarına götürerek, nefeslerini çarşafın ince dokusuna doğru üflüyordu. Birkaç haftadan beri böyle yapmak zorunda kalmıştı çünkü eğer nefes alış verişlerini sessizliğe gömmese, yine eşinin yanından kalkıp gideceğinden korkmuştu. Gözleri ıslak bir halde, yanındaki komodinin sarı ışığından dolayı gölgesi duvara yansıyan dolaba doğru bakmıştı. Göz kapaklarının arasında biriken binlerce çalınmış nefes, buz kütlelerinin çatlaması gibi çatlamıştı ve gözyaşları olarak yatağa akmıştı.


Eşi ile birlikte yatakta uzandıkları zaman sanki birbirlerinin düşüncelerini taşıyan bulutlar birbirine çarpardı. Kadın adamın yanında her ağladığında, adamın varlığının üzerine örtünen boşluk örtüsü yatağa yayılır ve bir oluk halini alırdı. Kadın her ağladığında o olukta boğuluyordu, adam duymuyordu.


Kadının bakışları soğuk ve ruhsuzdu. Baktığı her yere içindeki boşluktan bir damla akıyordu. Yanındaki adam, eşi, her ne zaman sertçe hareket etse; zihninin kucağında yatan zamanın kucağından, şimdiki zamanın kıyısına vuruyordu.

Araba bir kere daha çalışamaz hale gelmişti. Adam bağırmaya devam etti. ‘’Hep beni bulur anasını satayım! Hep beni bulur zaten!’’


Kadın korkmuştu. Bazen zihninin odalarına hapsettiği sessizliğin içinden, içinde olduğu dünyanın tıkırtıları duyulurdu. Kadının zihninde kendine ait bir odası vardı ve biri her zaman bağırdığında o odada zelzele olurdu; biri her zaman uyardığında, kadın biraz daha şu ana dönmek istemezdi; biri her zaman dokunduğunda, zihninin içindeki odanın tozları omuzlarına dökülürdü. Göz kapaklarını açtığı zamanın diliminde yeni kelimeler zihnini yavaş yavaş oyarken, kadın yüzüne baktığı insanları her zaman bulanık bir perdeden izlerdi.


Eşi telefonunu kulağına koyduğunda, kadın bakışlarını karşısında gördüğü bir kilisenin bahçesinde duran adama doğru çevirdi. Siyah kabanlı adam kabanından vazgeçmemişti. Zihninin odalarında yer alan bir görüntünün, gerçek hayata damıtılan mükemmel imgesinin buğulu resmine kadın gülümsedi. Oradaydı. Zihninde olduğunu bilecek kadar bu hayata bağlı, zihninde olmasını istemeyecek kadar bu hayata bağlı olmak istemediğinin farkındaydı kadın.


‘’Sana diyorum!’’ Eşi bağırdı ama zihninde deprem hissetmedi kadın. Yüreğine dağılan heyecanın zerresinin bütün yankısı vücuduna doldu ve tekrar siyah kabanlı adamın olduğu yöne doğru baktı. Adam hala oradaydı. Siyah kabanlı adam zaman geçtikçe mekanın içine karışıyor gibiydi. Kadın bu adamı kaybetmek istemedi.

‘’Annem hasta değilmiş gibi şimdi de yanımdaki bu hastayla uğraşıyorum.’’ Kadın, eşinin gözlerinin içine baktı ve dışlama duygusu kadının üzerine toprak atmak yerine kadının üzerindeki toprağı dağıttı.


‘’Ben hasta değilim.’’


‘’Yürü git Allah Aşkı’na!’’ Bir küfür savurdu. Bir kelimenin bir kadının bedenini çizdiği zamanın izleri geçmişin küllerinde bulunabilirdi. Kadın, bedeninde hissettiği acının gerçekliğini kapsayan o yanına değdi ve titredi. Siyah kabanlı adamın yavaşça kayboluşunu izlerken, dudakları titredi. Dişlerini uzun zamandan beri sıkmaktan ötürü ağzına yayılan ağrı başını ağrıttı. Oturduğu yerden hafifçe öne doğru gelmişti. Kelimelerin verdiği ağırlıkları bir zırh gibi ortaya dağıtan omuzları titredi. Kocasının elinden oynadığı telefonu aldı ve arabanın direksiyonuna doğru vurdu. ‘’Ne yapıyorsun lan sen!’’


Cam kırıkları etrafa sıçramadı, kadın sıçradığını sandı; cam kırıkları ellerini kesmedi, kadın elleri kesildi sandı; zamanın uçurumuna yayılan bir saliseye sürtünen tokat, kadının eviymiş gibi hızlıca teninde durdu. Kadının sağ yanağını kaplayan sıcaklık, acıya koşmadan hemen önce kadın siyah kabanlı adamın toz bulutu oluşuna baktı. Havaya dağılan toz zerrecikleri dağılıyordu. Kadının göz bebekleri titriyor, eli yanağının üzerinde, bakışlarını adamın dağılan toz zerrelerinden çekmiyordu.


Eşi saçlarının dibinden tuttuğunda iliklerine kadar titrerken, yine zihnindeki bir odaya kaçmamak için zor tuttu kendini. Eşi saçlarının diplerinden tutarak, kendisini dudaklarının dibine doğru yaklaştırdı. Eşinin dişlerinin arasından kelimeler dökülmüyordu, kelimeler intihar ediyordu. Zamanında ipi çekilmemiş bir ilişkinin ölü ruhlarının oynadığı bir sahnenin tozu, zihninde yarattığı bir adamın etrafa yayılan zerrecikleri olmuştu.


Eş kelimesini birbirlerinin arasından kazıyan zamanın pençesi aralarına dolandı. Hislerin üzerini örten zamanın geçmiş ülkesinde bir anıya tutundu ve kadın, gerçekliğin vücut bulduğu dünyadaki akan zamana meydan okudu. Olduğu hatırada gerçek sadece üzerini örttüğü bir kabuktu.


Zihni bile onu dışarıda bıraktığı gerçeklikten kurtarmak için, kadını daha önce hiç gitmediği bir yere bıraktı.


Kadın, uzandığı yerden kendi ellerine doğru baktı. Teninin altında şeffaf bir görüntüyle dalgalanan dakikaların mürekkebe batmış izleri vardı. Ellerini karnına koyduğunda bir an kendisini hissedemedi. Hafifçe, dizlerinde uzandığı adama doğru gülümsedi. Adam da ona doğru gülümsüyordu. ‘’Bu ânı hatırlıyorum.’’ dedi kadın ve yavaşça avucunu adamın yanağına doğru yasladı. Sanki gerçekle zihninin arasında yarattığı tabaka çatladı ve vücudu titredi. Bu âna sığınan hâli gelecekten gelmişti. Gelecek zamanın askısında yaşadığı acı, tabakaları aştı ve vücudundaki dakikalara dolandı.


‘’İyi misin?’’ Vücudundaki acıyı hissetse de, yüzündeki hafif gülümsemeyi yüzünden çekmiyordu. Gerçek zamanın dakikalarına sinen o vahşi adamın gerçekliğini kabuğun dışına kusmuş bir yerin ortasındaydı. Buradaki adamın ağzından çıkan kelimeler intihar etmek için değil, yeniden meydana gelmek için çıkıyordu.


Adamın yanağına yasladığı avucunu çekmeden, parmak uçlarıyla hafifçe yanağını okşamaya devam etti. Bu hatırada eşinin yüzünde yanlışlıkla tıraş bıçağıyla çizdiği o yara izi yoktu. Bu hatırada eşinin gözlerinde nefretin okunduğu bakışlar yoktu. Bu hatırada eşi daha gençti. Bu hatırada ona vurmak için kaldırdığı elleri, yüzüne düşen saç tutamlarını kadını ürkütmekten korkarak alnından çeken bir adam vardı.

Kadın ağladığını biliyordu ama gözlerinden dakikalar akıyordu.

Eşinin gözlerinde oluşan endişe dolu bakışları görerek, başını iki yana sallayarak eşinin dizlerinden kalktı.


Gerçekliğe uyandıran acıyla irkildi. Arabanın dış kapısına yaslanmıştı. Burnu kanıyordu. Saçlarındaki perçemler uzayalı çok olmuştu. Uzun saçları etrafına dağılmıştı. Gerçekliğin dakikalarında yaşayan eşinin diz çökmüş, kendisine arkasını dönmüş bir hâlde olduğunu fark etti. Eşinin avucunun içine gömdüğü, kadına ait lacivert beresine doğru baktı. Küçük bir çocuğun masumluğunu titreten bir benzetmenin âhında, eşi de küçük bir çocuk gibi dirseklerini dizlerine yaslamış, küçücük olmuş bir halde duruyordu. Saç diplerindeki acıyı hissetmeye yeni başlamışken tekrar bu zamandan koptu. Bu sefer gerçek zamanın tarafında göz kapaklarının kapanmaya başladığını biliyordu.


Zihnindeki odanın içerisinde yeşeren bir bahçenin içinde ağlayarak yürümeye devam ediyordu. Eşi arkasından ismini söyleyerek geliyordu. Ondan kaçarak hızlıca uzaklaşırken, istemsiz bir şekilde kulaklarına dolan çan sesiyle birlikte durmuştu. Toz pembeliğin ve hafif maviliğin kapladığı gökyüzünden parıltılı toz zerrecikleri dağılmaya başlamıştı. Omzunda hissettiği bir elle hemen geri çekildi.


‘’Neden benden kaçıyorsun?’’

‘’Çünkü bana zarar veriyorsun!’’


‘’Ama..’’ Kadın, eşinin bir adım ona gelmesiyle irkilerek bir adım gerisine doğru çekildi. ‘’Canım..’’ Adamın sesi hayretle titredi. Kadın, kollarını birbirine bağlayarak bir iki adım gerilemeye devam etti. ‘’Sana zarar vermeyeceğimi biliyorsun Nisan.’’ Kadın, titreyen dudaklarını büzerek geri geri adımlar atmaya devam ediyor, gözlerinden akan dakikalar parmaklarına çarpıyordu.


‘’Bilmiyorsun! Gerçek anla şu an arasında tek bir doğru var! O da şu an sana güvenmemem gerektiği!’’


Eşi ona adım atmayı kesmiş, kolları açık bir şekilde durmuştu. Kadın geri adım atmayı kestiğinde, bir süre eşine doğru baktı. Eşi gözlerini kırpıyordu ama donmuş gibiydi. Şaşıran tarafı yüzüne saniyelik yansıdı. Eşinin şefkat dolu bakışlarında biriken gözyaşları, kadının zihnindeki bahçeye aktığında kırmızı tenli çiçekler hızlıca büyüyerek açtılar. Kadın çiçeklerin büyümesini seyretti. Şaşkınlık kadının bakışlarından çiçeğe düştü.


Küçük bir kız çocuğunun kahkaha sesi kulaklarına dolarken, o küçük kız yerde yeşeren bir çiçeği aldı ve kadına doğru gülümseyerek, seke seke yanlarından uzaklaştı. Kadın, küçük kız çocuğunun arkasından koşmak istese de vücuduna yayılan ağırlık, adım atmasını engelledi.


‘’Nisan..’’ Eşi ona bir adım daha geldiğinde bu sefer geri adım atmadı ama kollarını bağlamaktan vazgeçmiyordu. ‘’Neden böyle davranıyorsun?’’


‘’Beni kırdın. Beni parçalara ayırdın. Bir çocuğun gülümsemesini dünyaya veremediğimi öğrendiğimiz andan itibaren bütün dünyamı çalmaya başladın.’’ Bakışlarını, elinde tuttuğu çiçekle sevinçle koşan küçük kızdan bir süre çekemedi kadın.


‘’Önemli değil.’’ Eşi bir adım atıp, kadının omzuna elini koydu.

‘’Hayır. Senin için her zaman önemliydi. Bir kere bile beni sormadın.’’


Eşinin başının ardına doğru baktı. Gökyüzü, karanlık bulutlarla kendi halinde bir ahenk oluşturuyor, şimşekler gökyüzünü çatlatarak ilerliyordu. ‘’Bir kere bile neyin var diye sormadın.’’ Çakan bir şimşeğin gürültüsüyle kadın titreyerek kulaklarını kapattı ve şimşeğin, koşarak uzaklaştığı hatıranın yerini nasıl mahvettiğine şahit oldu.


Kadının dudakları titriyor, göğüs kafesi korkuyla inip kalkıyordu. ‘’Nisan.’’ Eşi omuzlarından tutup, kendisine bakmasını sağlamıştı. Eşinin gözlerindeki titreyen göz bebeklerini gördü kadın. Bu, gerçekliğin kucağında uzun zamandır görmediği bakışlardı; bunlar kaygının bakışlarıydı.


‘’Gitti.’’ Bakışlarını gökyüzünü ve hatıraların yer ettiği mekânları yok ederek gelen hortumdan çekemiyordu. ‘’Burası benim saklanabildiğim tek yer.’’


‘’Tamam, geçecek.’’


Eşi ona sarıldığında, bir süre sonra gözlerinden akan yaşlar bir kâğıdı ıslatırmış gibi eşini ıslatmaya başladı. Eşine sarılmaya devam ederek, kâğıtlaşmış bedeninin üzerinde yüzen cümleleri okumaya başlamıştı. Bakışları cümlelerin üzerinde gezinirken, kulaklarına eşinin ağlamaklı sesi geliyordu.


‘’Çok pişmanım.’’ Eşine sarılmaya devam ederken, ondan yavaşça uzaklaştı. ‘’Ne yaptım ben?’’ Kadının gözyaşları adamın tenini ıslatıyor, adamın teninde kendini gösteren cümleler alınmış bir ahın kaybolmayan vicdanının izlerinin koyu mürekkebi gibi adamın vücuduna dağılıyordu. ‘’Nasıl yaptım bunu?’’


Gözlerinden akan dakikalar eşine damladı ve o dakikalar eşiyle bir oldu. Kendisine âit olan dakikalarından parçalar şimdi eşindeydi. Eşi, kadının dakikalarını çalıyordu.

Gözlerini çakan şimşeklerin yıktığı hatıraların ardında kalan beyaz boşluktan çekemiyordu. ‘’Ya tamamen kaybolursam?’’ Kadın, eşinin ona sarılmasından ayrılmak isteyip kaygıyla debelenirken, eşi onu hafifçe ve şefkatle tutuyor, bırakmıyordu. ‘’Hayır. Kaybolmak yok.’’


Kendisini serbest bırakarak, eşine sarılmaya devam etti. Bir şimşek çaktı, hatıralar karardı. Eşi ona sarılırken, etrafına baktı kadın. Etraflarında kırmızı tenli çiçekler açıyordu, kadının canı acıyordu, bir çocuğun sevinç sesleri kulaklarına doluyordu. Kadının gözlerinden akan dakikalar eşine gidiyor, eşinin gözyaşları kadının zihnindeki bahçeye aktığında etrafta kırmızı tenli çiçekler yeşeriyordu.

Gerçek zamanın dokunulmaz olduğu bir zaman diliminde uğraştığı ve uğraşılan bütün emeklerin bir bir zamanda döküldüğünü gördü kadın. Şimşekler çakarak onlara gelmeye devam ettiğinde kadın, eşinin kollarında korkuyla titredi. Eşi avucunu kadının saçlarına doğru götürerek hafifçe başını okşadı.

*

Kadın hatıraların yer ettiği bu odayı kendi zihninde yarattığını biliyordu. Bu odadan kaçtığı zamanlarda olmuştu ama gerçeğin vücuduyla olan bağlantısı, kaçmasını düşündüğünde bile onu yoruyordu. Bıkkınlığın yüreğindeki toz olmuş izleri, dudaklarından çıkan son bir nefesle dağıldı ve göz kapaklarını kapamaya devam etti. Boğulduğunu hissediyordu. Aldığı son nefesi vermek istiyordu ama veremiyordu.


Göz kapaklarını araladığı sırada etrafına baktı. Çakan şimşeklerden arda kalan beyaz boşluğun içinde, sadece kırmızı tenli çiçeklerleydi. Derin bir nefes aldı. Çiçekler bir bir tozlar halinde dağılırken çiçeklerin arasına uzandı ve gözlerini son kez kapattı.


Kadının zihnindeki son perdede yaşanan olaylardan bir habersiz, yazgısının gerçekliği her zaman tercih ettiği bir zamanın şimdiki diliminde olan adam, suçluluk duygusuyla birlikte titriyordu. Yerde yatan eşinin cansız bedeninden giden renkleri izliyordu. Bir köpeğin havlamasıyla titreyebilirdi fakat onu titreten sadece bir candan çaldığı dakikalardı. Donmuş bir halde, önünde yatan eşine doğru ilerledi. Arbedenin arasında eşi ona hiç cevap vermemiş, cevap vermemesiyle daha çok sinirlenmişti.

Titreyen avuçlarını eşinin rengi giden yanaklarına doğru yöneltti. ‘’Nisan?’’ Sesi titriyor, göz kapakları apaçık bir şekilde korkuyla karısının ölmüş bedenine çağrı yapmaya devam ediyordu. ‘’Nisan? Haydi kalk.’’ Korkuyla avucunun içine gömdüğü parmaklarını ağzının içine koyarak, sıkıca elini sıktı. ‘’Kalkacaksın değil mi Nisan? Kalkman lazım Nisan.’’ Telefonu çalıyordu ama adam, eşinin solan yüzünden bakışlarını çekemiyordu. Kadın nefes aldıkça yüzüne bakmayarak sebep olduğu ihanet, dakikalarını çaldığı kadının solmuş yüzüne bakmasa ihanet edecekmiş gibi hissettiriyordu. Adam içinde onu burkan boşluğa süzüldü.


Yetkililer geldiğinde, cansız bir kadın bedeninin karşısında bacaklarını kendine çekmiş, yerinde sallanıp durarak saçlarını çeken bir adamla karşılaştılar. Adamın gözlerinden akan büyük yaşlar durmuyor, gözlerini bir an olsun eşinden çekmiyordu.

‘’Oğlum ne yaptın sen ya?’’


Kadının bedeninin yanına çöken yetkili kadının nabzını kontrol ederken, diğer yetkili adamın ellerini arkasından bağlıyordu.


‘’Kalkacak. Dokunma. Kalkacak.’’


Yetkililer, adamı polis arabasına götürmeye çalışırken, adam bağırmaya devam ediyordu.


‘’Kalksana Nisan! Kalksana!’’ Adamın korkuyla titreyen göz bebeklerinin önünde biriken gözyaşları dökülmeye devam ediyordu. Eşinin üzeri örtülürken bağırmaya devam ediyordu.


‘’Kalksana Nisan!’’


Nur Gül