Küçüktüm, çok suskun bir çocuk olduğum için yer yer dışlanırdım.

Gülerek hatırlıyorum o zorbalığı çünkü biliyorum ki beni dışlayanlar da henüz bir çocuktu.

Dışlamanın farkında olmadan yapıyorlardı bunu belki. Dışlamanın çocuklukta kalmadığını öğrendiğim vakit yıkıldım ben.

Belki kilolusun diye, biraz yan yürüyorsun diye, kibarsın diye, bileğinde jilet izi var diye, yoksulsun diye, aynı düşünceye sahip değilsin diye, çoğunluğa ayak uyduramıyorsun diye, doğuştan gökkuşağısın diye, ait olduğun bedende doğmadın diye, susmadın diye, aynı tanrıya seslenmedin diye, "Kendin ol!" Deyip kendisi gibi olmayana ateş saçan ikiyüzlülere baş kaldırdın diye.

Çok kibar ya da çok naif bir insan gördüğüm vakit hep bu zorbalıklar gelir aklıma.

Çünkü bilirim ki dışlandıkça inceleşir insan. Tanırız onları. Eve yürüyerek gitme pahasına cebindeki bütün parayı mendilci çocuğa veren bir eldir o.

Yürürken biri omzuna çarptığında, hatalı o olmadığı hâlde kısık sesle özür dileyen bir dildir o.

Canı çok yakıldığı hâlde insanlığa muhalif olmayandır o. "Zorbalık müteahhitleri" diyorum ben onlara. İnşa edilmesi istenilen bir yaşam tarzı var ve malzemesi yetmeyeni dışlıyorlar.