Öylesine ketumum ki. Eskiden vaveylalarım tüm mahalleyi inletirdi. Artık tek kelime edemiyorum. Çünkü boşluktan ibaretim. Ses boşlukta yayılmaz.


Kafamın içi alev alıyor, hissedebiliyorum. Tüm sesler bana ulaşamadan orada buharlaşıyor. Uyumuyorum. Basit bir afyon rüyası değil bu. Yaşadığım acı öylesine gerçek ki bedenimin etrafına dikenlerle kaplı bir tel örmüş, hareket edemez hâle gelmişim. O küçücük yüreğime inat acıdan kocaman bir dağım.


İçime dönüp bakıyorum.

Aslında kendimi bu bitimsiz fezada kaybedeli uzun zaman olmuyor. Bir durak arıyorum kendime dönebileceğim. Belki ufukta bir engebe, karanlıkta bir ışık veya küçük de olsa bir mağara.

Beyhude çaba... Karşımda hiçbir şey yok. Ne bir ufuk ne bir ışık ne bir mağara. Hiçbir şey. İçim de bu şehir kadar virane. Kendimde sığınabileceğim, lime lime edilmemiş yerim kalmamış. Dünya çekip gitmiş, ben ise içimdeki bu enkazda boynumu ikiye katlamış bekliyorum hâlâ. Böylesine bir sonu tahayyül edemezdim.


Yuttuğum her cümle kan kusturuyor bana. Düşüncelerim atomlarına ayrılmış. Daha onları yakalayamıyorum bile nasıl kelimelere dökeceğim? Kelimelerin sihirli güçleri olduğuna inanırdım bir zamanlar. Ben, sihrini kaybetmiş bir sihirbazım.


Günahlarım iltihaplanıp içime akmış. Her hücrem irinle kaplı. Hayıflanmıyorum. Bu irin benden önce de buradaydı. Ben ona bir beden olmaya geldim. Ağlamıyorum da. Çünkü çok değil birkaç gün önce ellerimle içirdiğim baldıranla zehirlediğim tüm o insani yönlerimin bir anda uyanacağından, öngörülemez ve ölümcül bir yan etki doğuracağından korkuyorum. Biliyorum, korkağın tekiyim.


Kendimden çok daha yenik , ezik ve kederli olan bu şehre bakarak kendi acımı unutmak isterdim. Bu şehrin hüznünün yanında önemsiz olduğuma kendimi inandırmak... Bütün her şey anlamsızdı artık. Kaçabilirdim. Ancak nereye gidersem bu şehir peşimden gelirdi. Şehrin dört bir yanına dağılmış enkazları yüreğimde hiç sönmeyecek bir kor gibi taşımakla mükellefim artık . Başından bahtsızdım. Bir melodramatik Türk filminin daha baştan hüzünle yaralanmış ve hayatta daima kaybetmeye programlanmış baş kahramanıydım.


Bir şeyler kırılıyordu , bir şeyler kırıldı ve yıkıldı. Artık dayanıklı hissetmiyorum. Bana bugüne dek güç veren şey eksikliğini duyumsatıyor. Hiçbir yere ait olmamanın dayanılmaz hissi. Ve bir ait hissedememe olgusu insanda ancak bu kadar şiddetli meydana gelebilir. 


Ayak bileklerimi kesebilirdim ancak bu belirsiz ve ezici duygu damarlarıma sirayet etmiş, aortumu tıkamış. Kanımın dışarı sızmasını engelliyor. Beni yaşamaya mahkum bırakıyor. 

Oturup beklemek istiyorum sadece. Bu rutubetli, yıkık karanlığın beni abluka altına almasına göz yumarak beklemek. Bekleyecek bir şey kalmayana kadar beklemek. Gece olsun, saatler vursun, yıllar ellerimde ufalansın ve anılar silikleşsin. Soğuk; bacaklarımdan kollarıma ulaşıyor, beni uyuşturuyor, yavaşça felce uğratıyor. Ve bir kum tanesi kadar küçük parçalara bölünüp akıyorum. Ben; gövdesiyle başı birbirine karışmış, küçücük ve anlamsız bir nesneden ibaretim artık.