İnsan yaşamı boyunca yaşayış üzerine önemli medeniyetler kurmuş, yönetmiş ve en nihayetinde kendi jenerasyonunu devam ettirme çabası içinde olmuştur. Harari'nin de dediği gibi insanın iyiliği her şeyin üstündedir. Tüm diğer canlılar ise insan türünün faydası için vardırlar. Farklı türde olan bu çaba bazen bir yeni düzenin doğmasına neden olmuşken, bazen de var olan insanoğlunu kendi menfaati çerçevesine itmiştir. Dolayısıyla artık insan Hobbes’un değimiyle kendi kendisinin kurdu haline gelmiştir. Pragmatist yeni düzende bunlar her ne kadar adil görünmese de var olan hayata yeni realiteler katıyordu. 

Hayata sokulan ve insanın artık kendi özgeçmişine bile yabancılaşmasını sağlayan pragmatist düzenin elbette ki getirisinin olduğu gibi, götürüsü de olmuştur. Entelektüel platformlarda bu yeni düzenin tartışması yapılırken özellikle insan olmak, gelenekler ve adetlerin bu yeni oluşumlar ile nasıl bir entegre şekli göstereceğine yönelikti. Gerek dini alanda olsun gerekse bilimsel alanda olsun. Düzenin yeni yaşama biçimine bir el atışı vardı ve 

buna artık yeni doğmuş bir çocuk gibi veyahut da yeni kurulan bir ülke gibi bir isim takılmalıydı. Nitekim yeni nesil bu isim ile anılan yeni sistemde, kurulu düzeni görmeyi isteme arzusuna gireceklerdir. Bu konuda önemli olan insanın buna nasıl tepki vereceğinden çok alışma ve aşılama sürecinin nasıl olacağı önem arz etmekteydi. Bu bağlamda 

düşünüldüğünde hümanizm bu oluşum için önemli ve gerekli bir kavram olmuştur. 

Bu denli önemli olan hümanizmin, özellikle küreselleşen dünyanın lokomotifi görevini üstlenen Avrupa'da, Fransız İhtilali'nin bir sonucu olarak kendini daha fazla hissettirmeye başladı. Bu ihtilal sadece milliyetçilik akımı başlatmamış, ayrıca insan eksenli çok daha yeni 

akımların da startını vermiştir. Artık yazarlar dünya düzeni ile daha fazla ilgilenmiş, köle ve proletarya denilen işçi kesimine yönelik yeni ve insanı güdüleyici ideolojik akımlar başlatmışlardır. Tüm bu oluşumlar dünyaya yayılırken hümanizmin elbette ki durağan kalması mümkün olmadı. Kendine yeten, kendini düşünen ve insan aklının ve çıkarının her 

şeyden üstün olduğu bu süreç kendini iyice hissettirdi. İnsanoğlu artık eskisinden daha çok kendini düşünüyordu ve aklını bilim anlamında daha pragmatist kullanıyordu. İşte hümanizm insanın bu egoist yapısını destekler, nitekim egoist yapı hümanizmin bir yan tarafını oluşturur. 

Hümanizm öyle sanıldığı gibi insan hayatına gelişigüzel giriş yapmamıştır. İnsan odaklı merkezi oluşumun hayata akışı çok acı tecrübeler sonucu meydana gelmiştir. Orta Çağ Avrupa'sının bu bağlamda araştırılması önem arz etmektedir. Aslında hümanizm kiliseye başkaldırı niteliği de taşımaktadır. Bilindiği üzere kilisenin skolastik düşünceyle insan üzerine 

baskısı mevcuttu. Bunu kırmak kolay olmadı. Fakat insanoğlu aklını artık kullanmak ve yeni bir düzenin başlaması gerektiğine inandığı için buna kalkıştı, başarılı olduğu da aşikardır. 

Artık sadece kilise değil, hümanizm tüm kutsal değerleri de yok saymaya başladı ve artık insan iradesi ve insan aklı, tanrının yasalarının olmadığı bu oluşumu başlattı. Hümanizm bu denli etkili olmuşken, eski düzenin devam etmesi söz konusu elbette ki olmadı. Bu durumda artık 

insan merkezli ve hümanizmin de azmettiricisi olduğu egoist yapı da inşa edilmiş oldu. Kant hümanizmin insan bakış acısıyla egoist bir söyleme dönüşmesini şöyle ifade etmiştir: Kişinin mutluluğu ilkesi insanlığın değil, bencilliğin ilkesidir. İnsanın koyduğu bu bakış açısı egoist bir bakış açısıdır.

İnsan artık dünya yaşamında değerini ve kontrolünü sağlamlaştırma açısından önemli adımlar atmaya başladı. İcat edilen her teknolojik aracın, atılan her adımın merkezinde artık insan olmak ve insan faydasına gibi pragmatist gayeler oldu. İnsan artık aklını kendi hizmeti için kullandı ve insan aklı sürekli yenilenme çabası içine girdi. Eski değerlerden çok yeni ve geleceğe yönelik atımlar atıldı. Bu süreç insan aklına yeni fikirler getirirken, insani duygulardan da hatırı sayılır bir şekilde kayıplar meydana getirdi. Evet hümanizm bir kolaylık meydana getirmekte çığır açtı, nitekim insana aklı inanılmaz değişim getiren icatlar yaptırdı. 

Fakat öte yandan da egoist ve robot misali yeni insan türleri meydana getirdi. İnsan aklı yenilik peşinde koşarken artık, yan tarafında acı çeken diğer insanı çok da umursamamaya başladı. Kendi çıkarını başkasının hayatının önüne koyma cesaretini verdi. Hümanizmin destekleriyle insan hayatında bir yer edinen egoist yapının kendine has bir yaşam tarzı da 

geliştirdiği yadsınamaz. Emile Durkheim’ın organik bağ ile mekanik bağ kavramları aslında egoist ve hümanizmin bir sonucudur. Çünkü artık kendi çıkarlarına göre yaşayan ve sadece para verme koşuluyla insan hayatı müşterek olma eğilimine girdi. Kutsal dinler öğretileri bu konuda açık bir şekilde yardımlaşma ve dayanışmayı öğütlerken bireyin bu yolu seçmesi 

tamamen kendi iradesinden ve egoist yapısından ileri gelmektedir. 

Hümanizm çerçevesinden insan değerlendirildiği vakit değişimler geçirdiği aşikardır. İnsan asla durağan olamaz, nitekim insan sosyal bir varlıktır ve bu vasfıyla değişim yaşayacaktır. 

Fakat bazı insani özelliklerin kazanılması bazen süreçler gerektirir. Egoist yapının oluşumu, pragmatist öğretisinin yerleşmesi ve insan aklının kendi egemenliğini ilan etmesi gibi değişimler hümanizmin şüphesiz hem sebebi hem de sonucudur. Kendi yaşantısının kahramanı olan insanın aklını kullanması aynı zamanda kendi çıkarını da düşünmesi tabiidir. 

Yaşamını sürdürmek için hümanizmin kendi niteliklerini sorgularken, insani olmak için de kendi duygularımıza gereksinim duyacağımız bir realitedir. Sanırım gereksinimi düşünürken gayeyi de unutan bir hümanist insan ortaya çıktı.




Kaynakça;

Thamos Hobbes: Babbio, Norberto 1993 Felsefe Dergisi. 

Yuval Noah Harari: Homo Deus Kitabı 2015

Immanuel Kant: Lewis, Rick "Kant 200 Years On" 2005