Saydam perdeden ışık çatlayarak girdi. Kehribar sarısı ışık alt tonlarıyla iç içe girmişti, senin vadetmediğini gösteriyordu. Bu cam kim bilir hangi vakit kırmıştı bir taştan önce kendini. Evin soğuk sızacak milyon tane boşluğu vardı. Perdeler oynamıyordu, senin kendini astığın günkü kadar. Bu hareketsizliği nasıl tanımlarsın, küçük dudakların nasıl şekillenir bir anlam aradığın sırada ve çekip gitmesi gereken bunca çürük hayalet ne zaman gidecek, soruyordun, çünkü sormak yapabileceğin tek şeydi.

Seni senin kadar iyi tanıdığımı söylediğimde öfkelenmeni beklerdim ama dizlerine dayadığın başını hafifçe kaldırıp duvardaki saati işaret etmiştin. Bu kendi dilinde bana konuşmayacağım demekti. Eve tırnaklarımla diktiğim taşlar kadar sessiz olmanı yiğitçe karşılayamazdım. Sen gittiğinde ben de böyle sustum.

İşte, saçları, cinsiyetini gizleyecek kadar karmaşık. Neredeyse düz bir göğse, düz bir kalça. Kırışıkları derin surata, yontuk iki kahverengi ışık. Ağzı açık, burnundan nefes alamıyor. Eğik bir burun ve ince dudaklar. Gösterişsiz elbisesi, işte, kadın, evde. Büyük babanın karısı çiçekli kıyafeti içinde yaşlı ama hala sözleri buyruk. Ondan iyi bir yönetici olur, sana söylemiştim. Diğer yaşıtların da büyümüş ve senin kadar kırışık değil. İş sahibi olmuş, evlenmiş, başka eski yaşıtlar dünyaya getirmiş. Onlar evde değil. Artık yalnız sen, yaşlı kadın ve yaşlı adam var evde. Bir fısıltı dolaşıyor evin içinde. Ölecek, biri ölecek.

Yine mutfaktasın ve bazen bahçede, bazen göle gidip su çekiyorsun. Seni şehre göndermiyorlar, kimsenin görmesini istemediği kadar bedbahtsın veya dönmemenden korkuyorlar. Alışverişi büyük baba yapıyor. Sen yemekleri yapıyorsun, tabakları yıkıyorsun, küvete su dolduruyorsun ve yaşlı kadını keselemek de senin görevin. Yaşlı kadın bir şey yapmıyor, titrek ve benekli elleri her iş için yorgun düşmüş. Sen onu yıkarken sızlanıyor, acıyan kemiklerinden ve gözüne kaçan köpüklerden şikayet ediyor. Büyük babadan hiç söz etmiyor bunu asla bilemezsin.

İşte, fısıltı, kulağının dibinde, zarını titretiyor ve oradan hiç çıkmayacak çünkü çıkamayacak kadar minik bir sivrisinek. Ölüm gelecek, ölümü kesele. Tırnakların kir dolu ve onu kazıyacak makası gölün dibine düşürmüşsün. Yeterince temiz olamayacağım diye endişeleniyorsun ama ben sana yersiz olduğunu söylemiştim.

Büyük baba geliyor. Kovboy ayakkabıları çöpe gideli çok olmuş. Ama sen onları sakladın, alet kulübesinde. Çirkin, yapışkanlı sandaletleri var. Koltuğa geçmiş, önüne sıcak yemek. Artık daha yaşlı ama gücünü kaybetmemiş buna inanıyorsun. Yemeğini dökerek yiyor, ekmeğin kırıntıları halıda, salça lekesi gömleğinde. Yaşlılık kokan gömleği başka eski lekelere de sahip. Yaşlı kadın tekli koltuğunda örgü örüyor. Koltuğun altı örgülerle dolu ve koltuk iyice kapanamamış, ufak bir tümsekte oturuyor kadın, ayakları havada. Yaşlı kadına su getiriyorsun.

Yaşlı adam ona bakıp keyifsiz kaşlarını indiriyor. Az sonra limonata istiyor. Limonu bol, ve ölümden soğuk. Dolapta limon yok elin ayağına dolaşıyor. Mutfakta bir ileri bir geri gidiyorsun. Ölüm bir ileri bir geri, sarkaç. Talan ediyorsun çekmeceleri ve bahçede olmayan limon ağacına bakınıyorsun. Yaşlı kadın geliyor sese, sana kızarak buzluğu açıyor. Tabii ya.. Sen koymuştun özenle hazırlayıp, geçen yazın buz tutmuş limonları. Limonatayı yaşlı kadın götürüyor.

Saydam perde kirli ve lime lime olmuş. Vadettiğin ölümü kucakladın. Ölüm, eli pençe, dudaklarına diş geçirilmiş ve bayat demir kokusunu alıyorum, tırnaklarımla inşa ettiğim evin taşları veriyor bana kokuyu. Ölüm gelecek mi?

Haklıydın. Ben seni hiç tanımadım.