Hımm. Neler yaşadım bugüne kadar, merak ediyorsun demek. Neler gördüm, neler yaşadım neler... Anlatsam anlamazsın yavrum ama olsun, otur yine de dinle. Hem ben de severim konuşmayı, boş konuşmayı, bilirsin. Bilmesen de ömrüm yeterse öğrenirsin yavrum.
Neler yaşadığımı anlatmadan önce kim olduğumu anlatmam gerekiyor sana çocuğum. Çünkü kimin evladı olarak doğarsak doğalım kim olduğumuza bağlı olarak yaşarız hayatı. Şimdi diyeceksin, dede sen de iyice bunadın tabii ki kimsek ona göre yaşarız. Haklısın çocuğum haklısın, lakin hayatı nasıl yorumluyorsak olayları da öyle aktarırız karşımızdakilere. Nenene sorsan beraber geçen bilmem kaç yılımızı, kim bilir neler anlatır sana. Bana sorsan çokça susarım mesela.
Şimdi yavrum ben 100 yaşında yüzü buruşuk ve kara, bedeni yorgun, hasta bir adamım. Sen sağlamsın dede, diyeceksin şimdi ama kim 100 yıl boyunca her gün parmak atar hayata be çocuğum? Kim 100 yıl boyunca her gün aynı şeyi yapar? Kim bıkmaz 100 yıl boyunca her saniye nefes alıp vermekten? Gerçek hastalar yaparlar ancak bunu. İnsanın istediği taktirde yapamayacağı şey yoktur. Çok ölümü isteyen gördüm, geberip gittiler sonunda, insan isterse kaderini bile değiştirebiliyormuş. Kim 100 yıl yaşayacak kadar sever hayatı, kim bıkmaz her gün savaşmaktan? İşte yavrucuğum, ancak benim gibi ihtiyar deliler katlanır bu bulantıya.
Ben yavrum, buruşmuş suratıma inat keskin gözleriyle köşesine sinmiş sigarasını içen, hafiften sarhoş 100 yaşında koca bir çınarım. İşte benim bu, ben; hiçbir şeyden emin olmayan, her şeyden biraz anlayan, hiçbir işte tutunamamış, her işin hakkını vermiş edepli bir piçim. Hala daha anlarsın gülerken gözlerimde o piçliği. Hala daha anlarsın bakarken yüreğimdeki masumiyeti. Sen bile anlarsın yavrum çünkü gözler konuşmaz, suret konuşmaz, bakışlar konuşmaz. Ben, ben her şeyi anlarım bir suretten, ben her şeyi anlarım bir telaştan. Ama ne yazık ki köşesinde oturan bir adamım ben yavrum, bir şekilde gelip otururum o köşeme. Kaderim böyle demek ki. Sen şimdi bana aval aval bakıyorsun ama ileride epeyce içli dışlı olacaksın kader denen illetle. Yapışır yakana sülük gibi, atamazsın hiçbir yere. Güzel bir şey gelir başına gülümseyerek bakarsın ona, o da sana gülümser. Kötü bir şey gelir başına, bu sefer sinirle bakarsın ona ama o şerefsiz yine sana gülümser. Sonra sen de gülümser kader deyip geçersin işte.
Biraz karışık anlatıyorum yavrum kusuruma bakma 100 sene oldu dile kolay. 2 kelime söylerken 200 tanesi geliyor aklıma oradan oraya atlıyorum işte. Ama sen küçüksün, büyükler gibi sitem etmezsin bana. En kötüsü sıkılır uyursun, ben yine devam ederim anlatmaya. Sana öğüt vermeyeceğim yavrum. Sana yol göstermeyeceğim. Zaten ortalık bilirkişi doldu. Eskiden de bu böyleydi ama şimdi. Şimdi herkes gelişimci, daha kendini bilmeyen adamlar millete yol gösterir oldu. Herkes Allah bu devirde. Herkesin burnu Kaf Dağı'nda. Sana ahlakı öğreteceğim yavrum, sana kitap okuyacağım. Ama harbi harbi yapacağım bunları. İşine gelince ahlaklı olanlarınkinden öğretmeyeceğim, boş kitaplar boş yazarlar okumayacağım.
Ben çok yaşadım, çok gördüm yavrum. İnsanları da gördüm doğayı da. İkisinin de huyunu çok iyi bilirim. Ama bunları anlatmayacağım sana. Sen göreceksin yaşayarak, sen öğreneceksin düşe kalka. Ben çok huzursuz yaşadım yavrum. Allah’ın bana bir cezasıydı bu. Gerçi mutluluğumu da bu huzursuzlukta buldum ama neyse oralar çok sonraların konuları.
Ben herkes gibi yaşadıklarımdan sana nasıl yaşaman gerektiğini anlatmayacağım yavrum. Sen yaşayarak göreceksin. Benim babam çok iyiydi ama çok da sahip değildi bana. Ben sana sahip olmayı anlatacağım. Ben sana hata şansı vereceğim. Ben senin arkanda olacağım. Ben sana hikayemi yanında yaşayarak anlatacağım yavrum. Şimdi anlamazsın zaten üzülme, ileride de anlamayacaksın. Ta ki bir gün gelecek, o gün elbet anlarsın yavrum. Çünkü ben seni anlamakta da özgür bırakacağım. Benim tarzım değil yavrum seni yanıma çekip maval anlatmak. Ben imzamı uzun ve ağır atarım yavrum. Sana da uzun ve ağır ağır anlatacağım.