İnsanlık tarihi boyunca, ademoğlu kendi varlığı üzerine düşünmektense her zaman ona tinsel bir cevher veren ve tüm kainatın sahibi olduğunu kabul ettiği tanrının üzerine düşünmeyi yeğlemiştir.

14. yüzyılda İtalya Rönesansının ardından dünya hızla geri dönülemez bir değişim içerisinde bulmuştur kendisini. Orta Çağ Felsefesi skolastik düşüncenin zayıflamasıyla beraber ortaya yeni düşünce akımları, yeni yaşam tarzları ortaya çıkmış ve eski normaller terk edilmeye başlanmıştır. Bu durum insanın kendisi üzerine düşünmeye başlamasına bir önayak olmuştur. Sürekli tanrı üzerine araştırma yapan insanoğlu yeni düzende tanrıdan çok kendisini tanımaya çalışmıştır.

“Hümanist düşüncede akıl dinin tutsaklığından kurtulmuştur” fakat tanrıyı göz ardı etmemiş ve tabiatı yaratanın tanrı olduğu kabul edilmiştir. Pragmatist düşünceler, insanların kendi lehine yeni fikir akımları ortaya atmasını da sağlamıştır. Bu da insan merkezcil hümanizmi 14. yüzyılda İtalya'da doğurmuştur. Yeni insan merkezcil anlayışta her şeyin ölçüsü insan kabul edilmiş. Hümanizmle beraber çağdaş insanın yeniden anlamlandırdığı dünya görüşü ve yaşam anlamlı hale gelir.

Bu yeni insan-merkezci anlayış başta İtalya, İspanya, Fransa, İngiltere ve neredeyse tüm dünyaya yayılıp hayatın iliklerine kadar sokuldu ve her yerde etkisini göstermeye başladı. Etkisini gösterdiği başlıca alanlar insan hayatını düzene sokan; hukuk, ahlaki normlar, dini kurallar dahil her alanda etkisini göstermeye başladı. Hatta dinin şiddetle karşı çıktığı LGBT’yi hümanist düşünce savunup arkasında durmaya başlamıştır. Otorite ve aşırı şüpheciliği de reddeden hümanizm, kaderin olaylar üzerindeki etkisini kabul etmez.


Hümanizm insan merkezcil anlayış gereği toplumdaki ayrıştırmaları, etnik sınıfları, toplumsal ayrımcılığı tetikleyen bazı düşünce akımlarına bir antitez niteliğindedir. Gerek dinlerde gerekse sosyal hayatı düzenleyen hukuk, düşünce akımlarında etkisinin örneklerini görmek mümkündür. İslamiyet'te hiçbir beşerin başka bir beşer üzerine, hiçbir toplumun başka bir toplumdan üstün olmadığını kabul ettiği, Konfüçyüsçülük’te ise Kongzi Öğretisi'nin ilgi alanı sadece insan ve insan-toplum ilişkilerini kapsar. Bu sistemin temelinde, insan doğasının iyi olduğuna itimat yatar. Bu gibi etkileri bazı düşünce akımlarında da görmek mümkündür. Bunlar; Sosyalizm, Komünizm Liberalizmin temel kabullerinden olan “her insan eşittir fikri.”


Peki 14. yüzyıldan 21. yüzyıla kadar hümanizm kendisini nasıl idame edebilmiştir? Bunun aslında birçok farklı nedeni vardır ama biz daha çok insanı günlük hayat içerisinde ilgilendiren “hukuk ve din” bazında ele alacağız.

Hukuk kuralları genel olarak gelişen dünyanın düzenini sağlamakta yetersiz kalınca çözümü hümanizmde buldu. Kanunlar artık insan merkezli, insanın faydasını gözeterek hazırlanmaya ve uygulanmaya başlandı. Bunun yanı sıra toplumsal imtiyazlar kaldırılıp “Zümre Hukuğu” yerine “Birey Hukuğu” fikri ortaya çıkmıştır bu da tüm insanların aynı sosyal statüde bulunmasını sağlamış ve cinsiyet eşitliğini de beraberinde getirmiştir.

Dini olarak ise hümanizmin kendini koruyabilmesi; gerek insan doğasına uygunluğu gerekse bazı dinlerin kabulleriyle örtüşmesi ve daha çok tanrıya yüklenilen görevle mümkün olmuştur. Malum dinlerin genelinde ceza-ödül sistemi vardır ve ödül için insanca davranışlar, erdemli davranışlar, eşitlik şart koşulur çoğunda. Hümanizm de bu kavramları barındırdığı için din mensupları hümanizme kısa sürede bir yakınlık hissetti. Tabii insanoğlu cezadan korktuğu için tanrıyı sorgu yapan bir tanrı değil yalnızca doğadaki işleri idame eden şeklinde algılamak istemesinden ötürü de hümanizm burada yine devreye girmiştir ki bunun ucu biraz da Panteizm'e dayanmaktadır.



Kaynaklar

Kongzi geleneği; Dört Kitap Beş Klasik

İntenet sitesi; https://tr.m.wikipedia.org/wiki/H%C3%BCmanizm

Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf "Felsefeye Giriş" ve "Sosyolojiye Giriş" Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Diğer Ders Notları (Ömer YILDIRIM), MEB Sosyoloji Ders Kitabı, Açıköğretim Ders Kitabı