Canım günlük,
Sağıma, soluma, içime, dışıma ama en çok göz bebeklerime sirkeye batırılmış bir cımbızla sızı sürdüm yine gördün. Aslında ne yaşadığımı bilir bana koşulsuz eşlik edersin yıllardır ama bitmedi günlerimiz, benle kalırsın. Aramızda çıkılması zorlu dağları senle aştık, zehrimize bal döküp karşıdan baktık. Senle ben kendi yağımızda kavrulurken ne ara bu sade derinlikle her şeye bilendik. Haklısın bilendik derken duyanlar olumsuz sosyal cümlelerden sayar bunu oysa senle benim olmaz içinde bu halleri.
Bir sürü soru sorup, cevaplarını yarım vererek geçirdiğim günüm için sitemini parmak uçlarımda hissediyorum fakat yazmam gerek bunu da biliyorum. Uyuşuk ve çekingen bir hâl alman saatlerimin düşmesine engel olsaydı ve senle sadece günün doğumundaki ilk sancıyı heyecanla bekleseydik sonunda da ışığı kapatıp dalardık. Bazen olmuyor.
Senle birlikte ne bir derde ne de bir duyguya ihanet edemiyoruz, Belki de biz öyle biliyoruz ne dersin? Gerçi bilirsin sen beni. Bu temiz sayfaya da bolca soru işareti girdi.
Beni varlığımla imtihan edip hayat kahvelerinde bir köşede bir şekilde dursun diye ayırıp oturttukları yerlerin beni başka boyutlara taşıdığını bilmediklerini biliyorum. Ya da bilmenin onlara yüklediği püsküllü bahaneleri, gönlümün kaldığı yerlerde bensiz yürüdükleri o günlerinin bazılarında çok canım yanıyor (bugün gibi) ve bir deli deryaya sığınıp kendimi yorarak, kimselere bu duygunun durumunu yansıtmadan nasıl gelip geçiyor günlerim?
Körlükleri bana veda ettirmeye ant içmiş gibi sanki ve seni bu kadar oyalarken neden asıl adreslerde değil bu temmuz gününde olup bitenler?
Mucizeler hep böyle batar mı yüreğe?
Yine çok sordum diye kızma bana.
Şimdi susalım mı?
Uyuyalım iki temmuz günü.